İki Şehrin Hikâyesi. Чарльз ДиккенсЧитать онлайн книгу.
bir iş gözüyle bakın, yapılması gereken bir iş. Şayet bu doktorun karısı, büyük bir cesarete ve güçlü bir karaktere sahip olmasına karşın, küçük bebeği doğmadan önce bu sebeplerle çok büyük acılar çekmişse…”
“O küçük bebek bir kızdı efendim.”
“Evet, bir kız. Bu bir iş meselesi, üzüntüye kapılmayın. Bayan, şayet bu zavallı hanımefendi küçük bebeği doğmadan önce çok büyük acılar çekmişse ve mazlum çocuğunun da bizzat yaşadığı ıstırapların bir parçası olmasını engellemek için onu babasının öldüğü fikriyle büyütmüşse… Yoo, diz çökmeyin. Tanrı aşkına neden önümde diz çöküyorsunuz?”
“Gerçekler için. Ah! Sevgili merhametli beyefendi, gerçekler için!”
“Bir, bir iş meselesi. Kafamı karıştırıyorsunuz. Bu hâlde nasıl işimi yapabilirim? Lütfen sakin olalım. Bana, mesela dokuz tane dokuz peninin kaç ettiğini ya da yirmi ginenin kaç şilin ettiğini söyleyebilir misiniz? Bunu yapabilirseniz sakin olduğunuza daha rahat ikna olabilirim.”
Bu soruya cevap vermese de kız çok sakin oturuyordu. Adam kibarca kızı yerden kaldırdı. Bileğini tutmaya devam eden eller ise eskisi kadar titremiyordu artık. Bu Bay Lorry’nin içini rahatlattı.
“İşte böyle, İşte böyle. Cesaret! İş meselesi! Önünüzde yapmanız gereken bir iş var, faydalı bir iş. Bayan Manette, anneniz bu yolda sizinle ilerledi. Babanızı bulmak için gösterdiği nafile çabasından hiç vazgeçmemişti. Ve inanıyorum ki, kırık bir kalple fani dünyadan çekilip sizi iki yaşında öksüz bıraktığında, babanız hapisten kurtulacak mı; yoksa orada yıllar boyunca tükenip gidecek mi diye düşünmenin yarattığı belirsizliğin kara bulutları olmadan genç, güzel ve mutlu bir şekilde yetişmenizi istemişti.”
Bu sözleri söylerken, hayranlık dolu bir merhametle kızın altın rengi saçlarına baktı. Onların daha şimdiden kırlaşmaya başladığını hayal etti bir an için.
“Biliyorsunuz ki ebeveyninizin çok büyük bir serveti yoktu, olanlarsa sizin ve anneniz için muhafaza edildi. Yeni bir para ya da daha başka bir mülk bulunmuş değil; ancak…”
Bileğinin daha sıkı kavrandığını hissetti ve durdu. Özellikle dikkatini çeken ve o anda hareketsiz duran genç alındaki acı ve korku ifadesi daha da derinleşmişti.
“Ancak o, o bulundu. Yaşıyor. Çok fazla değişmiş olması büyük ihtimal, neredeyse mahvolmuş bir hâlde olması muhtemel; ama biz yine de en iyisini umalım. Hâlâ hayatta. Babanız Paris’te eski uşağının evine götürüldü ve biz de oraya gidiyoruz. Ben, becerebilirsem onun kimliğini tespit etmek; siz de onu hayata, sevgiye, yükümlülüklerine, huzura ve rahata yeniden kavuşturmak için.”
Kızın bedenini bir titreme sardı, ondan da adama geçti. Alçak, farklı ve kuşku dolu bir sesle, sanki rüyasında konuşuyormuş gibi “Bir hayaleti görmek için gidiyorum. Bu babam değil, onun hayaleti olacak.” dedi.
Bay Lorry sessizce kolunu tutan elleri okşadı. “Sakin olun. Artık iyiyi de kötüyü de biliyorsunuz. Artık bu haksızlığa uğramış beyefendiye ulaşmak üzeresiniz. Güzel bir deniz ve sonra güzel bir kara yolculuğunun ardından sevgili babanızın yanında olacaksınız.”
Aynı tonda, daha ziyade bir fısıltı gibi tekrarladı: “Özgürdüm, mutluydum, bugüne kadar onun hayaleti hiçbir zaman beni rahatsız etmemişti.”
“Bir şey daha var.” dedi Bay Lorry kızın dikkatini çekmek için bastıra bastıra. “Babanız başka bir isim altında bulundu. İsmini unutmuş ya da gizlemiş olabilir. Bunlardan hangisi olduğunu araştırmak, hapiste unutuldu mu yoksa kasten mi bırakıldı diye sormak, fazla kurcalamak, şu aşamada faydadan çok zarar getirir; çünkü bu, tehlikeli olabilir. En iyisi, herhangi bir yerde veya herhangi bir şekilde bu konudan bahsetmemek ve onu Fransa’dan çıkarmak olacak. Ben bile, İngiliz ve Fransızlar için önem taşıyan Tellson’un bir çalışanı olarak güvende de olsam, bu konuyu anmaktan sakınıyorum. Bu konuyla alenen ilişkili tek bir kâğıt parçasını bile üzerimde taşımıyorum. Bu tamamen gizli bir görev. Tüm belge, kayıt ve notlarımda her anlama gelebilecek tek bir satırla ifade ediliyor: ‘Hayata dönüş’. Fakat sorun nedir? Tek bir kelime anlamıyorsunuz! Bayan Manette!”
Büyük bir sakinlik ve sükûnet içerisinde, sandalyesinin arkasına bile dayanmadan elinin altında tamamen duygusuz bir ifadeyle oturan genç kız, gözlerini adama sabitlemişti. Yine o deminki ifade alnına kazınmış ya da işlenmiş gibi durmaktaydı. Kolunu öyle sıkı tutuyordu ki, adam onu incitmekten korktuğundan ellerini açamadı ve hiç kıpırdamadan yardım için seslendi.
Vahşi görünümlü bir kadın, oda hizmetçilerinden önce koşarak odaya girdi. Bay Lorry o heyecanının arasında kadının tamamen kırmızıya bürünmüş olduğunu fark etti. Saçları kızıldı ve üzerinde sıra dışı dar bir kıyafet vardı; başındaysa tahtadan bir asker miğferini ya da büyük bir Stilton peynirini andıran mükemmel bir şapka vardı. Kadın güçlü elleriyle adamı göğsünden tutup en yakın duvara iterek zavallı genç kadını Bay Lorry’den ayırdı.
Duvara çarpmasıyla nefessiz kalan Bay Lorry’nin tepkisi “Bu bir erkek olmalı.” oldu.
“Haydi, neden bakıp duruyorsunuz!” diye bağırdı kadın oda hizmetçilerine. “Orada durup bana bakmak yerine neden gereken şeyleri getirmiyorsunuz? Bana hemen amonyak, soğuk su ve sirke getirmezseniz gününüzü görürsünüz.”
Emirleri hemen yerini bulan kadın yavaşça hastayı koltuğa yatırdı. Kıza büyük bir beceri ve nezaketle davranan kadın ona “Canım!”, “Kuşum!” diye hitap ediyor ve büyük bir özenle omuzlarına düşen sarı saçlarını okşuyordu.
“Ve sen kahverengili!” dedi kadın kızgın bir hâlde Bay Lorry’ye dönerek. “Söylediğin her neyse onu ölümüne korkutmadan söyleyemez miydin? Şu kızcağızın bembeyaz yüzüne ve buz kesmiş ellerine bir bak. Buna bankacılık mı diyorsun sen?”
Bay Lorry cevaplanması güç olan bu suçlayıcı soruya epey bozulmuştu; sadece hafif bir acıma ve tevazu ile biraz öteden bakıyordu. Bu esnada, oda hizmetçilerini gününü göstermekle korkutan güçlü kadın, bir dizi teselliyle kızı kendine getirmiş ve hâlsiz başını omzuna koyması için ona dil dökmüştü.
“Umarım şimdi daha iyidir.” dedi Bay Lorry.
“Öyle olsa bile bu senin sayende değil kahverengili. Benim sevgili kızım!”
“Umarım,” dedi Bay Lorry yine hafif bir acıma ve tevazu göstererek, “umarım Bayan Manette’e Fransa’ya kadar eşlik edersiniz.” dedi.
“Hiç sanmam!” diye cevapladı güçlü kadın. “Tuzlu suları aşmamı isteseydi Tanrı, benim kaderimde, bir adada yaşayacağımı yazmaz mıydı?”
Bay Lorry, cevaplanması yine zor olan bu soru üzerinde düşünmekten çekindi.
Şarap Dükkânı
Büyük bir şarap fıçısı sokağın ortasında düşüp parçalanmıştı. Kaza, onu bir arabadan çıkartırken meydana gelmişti; fıçı arabadan aşağıya yuvarlanmış, kasnağı kırılmıştı. Bir ceviz kabuğu gibi açılan fıçı, şarap dükkânının kapısının hemen önünde, taşların üzerinde yatıyordu.
Yakınlardaki herkes işlerine veya aylaklığa ara verip şaraptan içmek üzere olay yerine koşmuştu. Sokağın kaba, düzensiz ve üzerinde yürüyen her canlıyı sakatlamak için özellikle döşenmiş gibi duran taşlarında küçük birikintiler oluşmuştu. Bunların büyüklüklerine göre etrafında insanlar toplanmış, itişip kakışıyorlardı. Bazı adamlar diz çökmüş, iki ellerini kepçe gibi kullanarak şaraptan içiyor ya da şarabın