Binbir Gece Masalları. Неизвестный авторЧитать онлайн книгу.
için gusül abdesti alıp kefenini hazırladıktan sonra arkadaşlarına, komşularına ve çocuklarına veda edip kendi rızasıyla yola çıkmış. Herkes onun ardından feryat figan ağlamaya, kendini hırpalamaya başlamış. Fakat o, cinle karşılaştığı bahçeye varıncaya dek yol almış. Tam yeni yılın başında oraya varmış.
Başına gelenlere oturmuş ağlarken bir de ne görsün? İhtiyar bir adam, zincire vurulmuş bir ceylanı sürükleyerek getiriyor. Adam tüccarı selamlayıp ona uzun ömürler dileyerek:
“Kötü ruhların meskeni olan böyle bir yerde ne diye yalnız başına oturursun?” demiş.
Tüccar, cin ile yaşadıklarını ceylanın sahibi olan adama anlatmış. İhtiyar adam hayretler içinde kalarak:
“Ah kardeşim! Allah yardımcın olsun! Senin imanın büyük bir iman. Hikâyen de oldukça ilginç. İbret almak isteyenler için ibretlik bir olay…” demiş ve sonra devam etmiş:
“Ah kardeşim! Allah hakkı için bu cinle aranda geçenleri görmeden bir yere gitmeyeceğim.”
Oturup konuşmaya devam ederlerken tüccar birden içinde büyük bir korku duymuş ve tesellisi zor bir üzüntüye kapılıp ümitsizliğe düşmüş. Bu sırada ceylanın sahibi yanında oturuyormuş. Tam o sırada ikinci bir ihtiyar adam yanlarına yaklaşmış. Yanında iki tane siyah tazı varmış. Diğer yaşlı adam onlara selam verdikten sonra:
“Burada, cinin mekânında oturmanızın sebebi nedir?” demiş.
Bunun üzerine adama hikâyeyi baştan sona anlatmaya başlamışlar. O sırada üçüncü bir ihtiyar adam ortaya çıkmış. Üçüncü ihtiyar adamın yanında ise kızıl renkli bir katır varmış. Adam onları selamlamış ve orada oturmalarının sebebini sormuş. Onlar da beyhude yere hikâyeyi bir kez daha anlatmışlar. Üçüncü ihtiyar da onlara katılmış. Tam bu sırada bir toz bulutu onlara doğru ilerlemeye başlamış. Bulutun ortasında koca bir yaratık varmış. Sonra içinden elinde kılıç taşıyan bir cin çıkmış. Gözleri öfkeden kıvılcımlar saçıyormuş. Adamların yanına gitmiş ve tüccarı aralarından çekerek:
“Ayağa kalk da seni öldüreyim! Tıpkı senin oğlumu öldürdüğün gibi!..” demiş.
Tüccar feryat figan ağlamaya başlamış. Üç ihtiyar adam da onun için iç çekip gözyaşı dökmüşler.
Sonra birinci ihtiyar adam -ceylanın sahibi- ortaya çıkıp cine:
“Ey cinlerin hükümdarı! Sana ceylanla benim hikâyemi anlatayım. Eğer hikâyemi ilginç bulursan tüccarın kanının üçte birini bana bağışlar mısın?” demiş.
Cin cevap vermiş: “Eğer hikâyeni ilginç bulursam bunun kanının üçte birini sana bağışlarım.”
Böylece ihtiyar adam hikâyesini anlatmaya başlamış.
BIRINCI İHTIYARIN HIKÂYESI
“Şöyle ki ey cin, bu ceylan, amcamın kızıdır. Benim canımdan ve benim kanımdan… Genç bir kızken onunla evlendim ve otuz yıla yakın birlikte yaşadık. Fakat o bana bir çocuk veremedi. Ben de kendime bir cariye aldım. Bu cariye de bana nur topu gibi bir erkek çocuğu doğurdu. Gözleri parlak, kaşları düzgün, bütün uzuvları yerli yerindeydi. Yavaş yavaş büyümeye ve uzamaya başladı. On beş yaşında bir delikanlı olduğunda işlerim için farklı şehirlere gitmek zorunda kaldım. Amcamın kızı -bu ceylan- küçüklüğünden beri büyücülük ve sihirbazlık bilir, ustalıkla yaparmış. Böylece oğlumu buzağı, cariyemi -annesini- de ineğe çevirip çobana teslim etmiş.
Uzun bir süre sonra yolculuktan dönüp oğlumu ve annesini sorduğumda bana: ‘Köle kız öldü, oğlunsa kaçtı. Nereye gittiğini bilmiyorum.’ dedi.
Böylece bir yıl boyunca kalbim yaslı, gözlerim yaşlı kaldım; ta ki Kurban Bayramı gelinceye kadar. Sonra çobanı gönderdim ve bana semiz bir inek getirmesini söyledim. O da bana bu ceylanın büyüleyerek ineğe dönüştürdüğü cariyeyi getirdi. Elbisemin kolunu kıvırıp bir bıçak aldım ve ineği kesmeye davrandım ki gürültüyle böğürmeye ve acı acı gözyaşları dökmeye başladı. Bu durum beni hayrete düşürdü ve bir merhamet duygusu benliğimi sardı. Elimi geri çektim ve çobana:
‘Bunu götür, başkasını getir.’ dedim.
O zaman amcamın kızı bağırdı: ‘Bunu kes, bundan daha iyisini ya da semizini bulamazsın.’
Bir kez daha onu kurban etmeye yeltendiğimde yine böğürmeye başladı. Ben merhametle geri çekildim ve çobana onu kesip derisini yüzmesini söyledim. Çoban onu kesti ve derisini yüzdü. Fakat içinden et ya da yağ çıkmadı. Sadece deri ve kemik vardı. Bunun üzerine pişman oldum.
Sonra onu çobana verdim ve: ‘Bana semiz bir buzağı getir.’ dedim.
O da bana büyülenerek buzağıya dönüştürülmüş oğlumu getirdi. Buzağı beni görür görmez bağlı olduğu ipi kopardı ve bana doğru koştu. Sırnaşmaya ve acıyla gözyaşı dökmeye başladı. Ben de ona acıdım ve çobana:
‘Bana bir inek getir ve bu buzağıyı gönder.’ dedim.
Bunun üzerine amcamın kızı tekrar bağırdı: ‘Bu buzağıyı kesmelisin. Bugün mübarek bir gün. Ayrıca buzağılarımız arasında bundan daha semizi ya da iyisi yok.’
Bense: ‘Senin söylediğin üzere katlettiğim ineğin hâline bak. Nasıl hüsrana uğradığımızı, onu katletmenin bize hiçbir fayda sağlamadığını görmüyor musun? Ayrıca onu kestirdiğim için büyük bir pişmanlık duyuyorum. Bu sefer seni dinlemeyeceğim.’ dedim.
O: ‘Merhametlilerin en merhametlisi yüce Allah adına onu bu mübarek günde kurban etmelisin. Eğer onu öldürecek kadar adam değilsen ben de senin karın değilim!’ dedi.
Buzağıyı kurban etmeye teşebbüs ettiğim zaman ağladığını görmek kalbimi yumuşattı ve çobana: ‘Bu danayı götür ve kendi sürünün arasına kat!’ dedim.”
Cin, ihtiyarın bu tuhaf hikâyesini hayretle dinledi. Ceylanın sahibi devam etti:
“Ey cinlerin efendisi! Bunu gören amcamın kızı: ‘Bu buzağıyı benim için kes, muhakkak ki bu semiz bir buzağı.’ dedi.
Fakat ben çobana, onu götürmesini emrettim. O da alıp evine doğru yürümeye başladı. Ertesi gün evimde otururken birden çobanı karşımda gördüm.
Bana: ‘Efendim, size çok mutluluk verici bir haberim var. Umarım bu güzel havadis için bana bir hediye verirsiniz.’ dedi.
Ben de bunun üzerine: ‘Anlat bakalım.’ dedim.
Şöyle devam etti: ‘Efendim, benim bir kızım var, küçükken bizimle yaşayan yaşlı bir kadından büyü yapmayı öğrendi. Dün siz bana buzağıyı verdikten sonra evime gittim. Kızım buzağıya baktı, yüzünü peçeyle kapattı ve kahkahalarla gülmeye başladı. Sonra şöyle dedi:’
Ah babacığım, iffetim senin için o kadar değersiz mi ki eve yabancı bir erkek getiriyorsun?
Ona sordum: Bu yabancı adam nerede ve sen neden bir yandan ağlıyor, diğer yandan gülüyorsun? Şöyle cevap verdi:
Aslına bakarsan getirdiğin bu buzağı, efendimizin oğlu; fakat üvey annesi tarafından büyülenmiş. Tıpkı annesinin büyülendiği gibi… Gülmemin sebebi bu. Ağlamamın sebebine gelince; babası annesini bilmeden doğramış.
Sonra büyük bir hayret içinde kaldım ve bu hikâyeyi gelip size anlatabilmek için sabahı zor ettim.’
Bu sözler üzerine onunla birlikte gittim. Mutluluktan âdeta sarhoş olmuştum. Evine gittiğimde