Mansfield Park. Джейн ОстинЧитать онлайн книгу.
sağlayacak bir yöntem geliştirdi. Kendisinin üç atı vardı ancak bunların hiçbiri bir kızın binebileceği türden değildi. İki tanesi avda kullanılıyordu. Üçüncüsü çok iyi bir yol atıydı. Bu üçüncü atı, kuzeninin binebileceği türden bir atla değiş tokuş etmeye karar verdi. Böyle bir atı nereden bulabileceğini biliyordu. Böylece kararını kısa sürede hayata geçirdi. Yeni kısrak tam bir hazineydi. Hemen hiç sorun çıkarmadan yeni görevi doğrultusunda eğitildi ve Fanny’ye teslim edildi. Fanny şimdiye dek kendisine ihtiyar midillisinden daha uygun bir at bulamayacağını düşünüyordu ancak Edmund’ın kısrağından aldığı keyif, bugüne dek yaşadıklarının hepsinin ötesindeydi. Hele ki Edmund’ın kendisi için yaptığı bu kibar davranışı düşündükçe mutluluğu kelimelerle anlatılamayacak kadar büyüyordu. Kuzeni, onun gözünde iyi ve güzel olan her şeyin sembolüydü. Kimse onun kıymetini Fanny kadar bilemezdi. Edmund’a ne kadar minnet duysa azdı. Ona karşı olan hislerinde, saygı, minnet, güven ve sevgi içi içe geçmişti.
Atın resmiyette Edmund’ın malı olması nedeniyle Mrs. Norris, Fanny’nin onu kullanmasına ses çıkarmıyordu. Leydi Bertram ise sözünü dinlemeyerek eylül ayını ve Sör Thomas’ın dönüşünü beklemeyen Edmund’a kızamıyordu çünkü eylül ayı gelip geçmiş ancak Sör Thomas gelmemişti. Ne zaman geleceği de beli değildi. Sör Thomas İngiltere’ye dönmeye hazırlandığı sırada birtakım aksilikler yaşanmıştı. Bunu üzerine oğlunu eve gönderirken, kendisi anlaşmanın imzalanmasını beklemek üzere kalmıştı. Tom, eve sağ salim ulaşmış, babasından da güzel haberler getirmişti. Ancak bu sözler Mrs. Norris’in kuruntularını gidermeye yetmemişti. Mrs. Norris, Sör Thomas’ın oğlunu eve göndermesinin asıl nedeninin, onu tehlikeden korumak olduğunu düşünüyor, korkunç bir şey olacağı hissinden kurtulamıyordu. Hele sonbaharla birlikte geceler uzadıkça, küçük evinin hüzünlü yalnızlığında bu düşünceler zihnini kemirip duruyor, bunlardan sıyrılabilmek amacıyla kendisini Mansfield Park’ın yemek odasına atıyordu. Neyse ki kış eğlenceleri başladı da Mrs. Narris’in kafası biraz rahatladı. Gittiği eğlencelerde büyük yeğenine hayırlı bir kısmet bakarak oyalandı. Sürekli, Zavallı Sör Thomas geri dönemezse, en azından Maria’nın mutlu bir evlilik yapmasıyla teselli buluruz, diye düşünüyordu. Bu düşünceler en çok, büyük servet sahibi bir delikanlıyla karşılaştığında beliriyordu. Özellikle de bu civardaki en büyük araziler ve en güzel toprakların varisi olan delikanlıyla…
Mr. Rushworth, Miss Bertram’ın güzelliğini görür görmez ona vurulmuştu. Evlenme niyetindeki delikanlı, kısa sürede Miss Bertram’a körkütük âşık olmuştu. Pek de zeki sayılamayacak, iri yarı bir delikanlıydı. Duruşunda, davranışlarında rahatsız edici bir yan yoktu. Genç hanımefendi, delikanlının gönlünü fethetmiş olmaktan ziyadesiyle memnundu. Yirmi bir yaşına girmiş olan Maria Bertram, artık evlenme zamanının geldiğini düşünüyordu. Mr. Rushworth’le evlenirse babasınınkinden daha büyük bir servete konmakla kalmayacak, en büyük hedefi olan Londra’da bir eve de sahip olacaktı. Bir yolunu bulup Mr. Rushworth’le evlenmeye kararlıydı. Bu evliliğin en hararetli destekçisi olan Mrs. Norris, tarafları ikna etmek için hiçbir fırsatı kaçırmıyor, bu uğurda her türlü numaraya başvuruyordu. Bu doğrultuda, delikanlının birlikte yaşadığı annesiyle samimiyet kurmakta gecikmemiş, hatta Leydi Bertram’ı on beş kilometre yol giderek kadını ziyaret etmeye ikna etmişti. Kısa sürede sıkı fıkı oldular. Mrs. Rushworth, oğlunu evlendirmeyi çok istiyor, Miss Bertram’ı da gördüğü genç kızlar arasında cana yakınlığıyla, başarılarıyla oğlunu mutlu edebilecek en iyi aday olarak görüyordu. Mrs. Norris bu iltifatı teşekkürlerle kabul ederek, kadının iyiyle kötüyü ayırma konusundaki becerisine övgüler düzdü. Maria gerçekten de ailenin gururu ve neşesiydi. Kusursuz bir melekti. Elbette ki çevresi hayranlarla dolu bir kız olarak seçim yapmakta hayli zorlanıyordu. Bununla birlikte, kısa bir süredir tanışıyor olmalarına rağmen Mr. Rushworth’ün her anlamda Maria’yı hak edecek ve kendisine bağlayacak bir delikanlı olduğuna kanaat getirmişti.
Katıldıkları balolarda ettikleri birkaç dansın ardından genç çift bu düşünceleri haklı çıkardı ve hâlâ dönmemiş olan Sör Thomas’ın da onayının alınması koşuluyla nişanlanmaları kararlaştırıldı. İki aile ve son birkaç haftadır Mr. Rushworth ile Miss Bertram’ın evlenmesine kesin gözüyle bakan çevredekiler pek sevinmişti.
Sör Thomas’ın bu evliliğe onay veren mektubu birkaç ay sonra ulaştı. Zaten kimsenin, Sör Thomas’ın bu evlilikten içtenlikle mutluluk duyacağından kuşkusu yoktu. İki ailenin kaynaşmasının önünde bir engel kalmamıştı. Artık gizli saklı davranmalarına gerek yoktu. Ancak Mrs. Norris bir yandan karşılaştığı herkese bu evliliği anlatıyor, bir yandan da bu konunun ulu orta konuşulmaması gerektiğini tembihliyordu.
Bu işte bir terslik olduğunu düşünen tek kişi Edmund’dı. Teyzesinin tüm methiyelerine rağmen Mr. Rushworth’ün ideal bir eş olabileceğini düşünmüyordu. Kiminle mutlu olacağına karar verecek olan elbette kız kardeşiydi ancak onun mutluluğu parada araması hiç hoşuna gitmiyor, kendi kendine Bu adam yılda yirmi bin kazanıyor olmasaydı, sıradan bir aptaldan farkı kalmayacaktı, diyordu.
Sör Thomas ise kendi adına, kızının, hakkında sadece iyi şeyler duyduğu bir damat adayıyla böylesine su götürmez avantajları olan bir evlilik yapacak olmasından memnundu. Çok mantıklı bir evlilik olacaktı. Aynı bölgeden, ortak çıkarları olan insanlardı. Hiç vakit kaybetmeden rıza gösterdi. Tek koşulu, düğünün kendisi gelmeden yapılmamasıydı. Bir an önce dönebilmek için can atıyordu. Nisan ayında yazdığı bu mektupta, her şey istediği gibi giderse yaz bitmeden Antigua’dan ayrılabileceğini söylüyordu.
Temmuz ayına gelindiğinde durum buydu. Fanny on sekizine bastığı sıralarda köyün sakinleri arasına iki kişi daha katıldı. Bunlar, Mrs. Grant’in, annesinin ikinci evliliğinden dünyaya gelen kardeşleri Mr. Crawford ile Miss Crawford’tı. İkisi de epey zengindi. Delikanlının Norfolk’ta güzel bir malikânesi, genç kızın ise yıllık yirmi bin paunt geliri vardı. Çocukluklarında ablaları onlara çok düşkündü. Ancak Mrs. Grant’in evlenmesinin hemen ardından annelerinin ölmesi üzerine çocukların velayeti, Mrs. Grant’in hiç tanımadığı amcalarına verilmişti. İşte o zamandan beri pek görüşmemişlerdi. Amcalarının evi çocuklar için sıcak bir yuva olmuştu. Amcaları olan Amiral Crawford ve eşi Mrs. Crawford hiçbir konuda anlaşamazlardı. Bununla birlikte ikisi de çocukları pek sevmişti. Aslında bu konuda da tam anlamıyla anlaştıkları söylenemezdi. İkisi de ayrı çocuğa düşkündü. Amiral, oğlana bayılıyor, Mrs. Crawford ise kızın üzerine titriyordu. Bu yüzden, Mrs. Crawford’ın ölümünün ardından, genç kız evde pek rahat edememiş ve yeni bir ev aramaya başlamıştı. Amiral Crawford ahlaksız bir adamdı. Karısının ölümünün ardından yeğeniyle ilgileneceğine metresiyle birlikte yaşamaya başlamıştı. Mrs. Grant, kız kardeşinin kendi yanına gelmek istemesini işte bu olaya borçluydu. Böyle bir şey her iki tarafı da mutlu edecekti. Mrs. Grant’in çocuğu yoktu. Bu yüzden oyalanabilmek için taşrada yapılabilecek her şeyi denemiş, ancak hiçbir şey can sıkıntısını giderememişti. Oturma odası şık mobilyalarla doluydu. Çok güzel çiçekleri, bir kümes dolusu tavuğu vardı. Ancak o evde bir canlılık olsun istiyordu. Bu yüzden kız kardeşinin yanına gelmesi onu çok mutlu etmişti. En azından evlenene kadar yanında kalırdı. Tek korkusu, Londra’da yaşamaya alışkın olan genç kızın Mansfield’dan sıkılmasıydı.
Miss Crawford da benzer kaygılar taşıyordu. Ablasının ve çevresinin yaşam biçimi hakkında hiçbir şey bilmiyordu. Bu yüzden ilk olarak ağabeyini, malikânesinde birlikte yaşamaya ikna etmeyi denedi. Bu çabalar bir işe yaramayınca ablasının yanına gitmekten başka çaresi kalmadı. Ağabeyi Henry Crawford, dar bir çevrede yerleşik bir yaşam sürebilecek bir adam değildi. Bu yüzden, maalesef kız kardeşine bu