Gora. Rabindranath TagoreЧитать онлайн книгу.
ilk şey tatlı bir parfüm kokusu oldu. Sonra Pareş Babu’nun: “Radha, Binoy Babu geldi. Onunla tanışmıştın.” dediğini duydu.
Binoy, utangaçça başını kaldırdığında Suçarita’nın onu selamladığını ve karşısındaki sandalyeye oturduğunu gördü, bu kez onun selamına karşılık vermeyi unutmadı.
“Evet.” dedi Suçarita. “Binoy Babu yanımızdan geçiyordu, Satiş onu görür görmez arabadan aşağıya atladı ve onu tutsak aldı. Binoy Babu, belki bir işiniz vardır, umarım sizi işinizden alıkoymuyoruzdur.”
Suçarita’nın kendisiyle konuşmasını beklemeyen Binoy hazırlıksız yakalanmıştı, telaşla ona karşılık verdi: “Hayır, yapacak bir işim yok, beni hiçbir şeyden alıkoymuyorsunuz.”
Satiş ablasının eteğine yapışarak: “Didi.” dedi. “Lütfen bana anahtarı ver. Binoy Babu’ya müzik kutumu göstermek istiyorum.”
Suçarita gülerek: “Ne!” dedi. “Daha şimdiden başladın mı? Bay Geveze’nin arkadaşları asla huzur bulamazlar. Kendi dertlerini söylemeye fırsat bulamadan müzik kutusunu dinlemek zorunda kalırlar. Binoy Babu, sizi uyarıyorum, bu küçük yaramazın istekleri hiç bitmez. Ona dayanabileceğinizden kuşkuluyum.”
Binoy ne kadar çabalarsa çabalasın, kıza aynı doğallıkla karşılık veremeyeceğini biliyordu. Çekingenliğini ona göstermeyeceğine yemin etmişti ama bölük pörçük bir şeyler kekelemekten başka bir şey yapamadı: “Hayır, hayır… Önemli değil… Lütfen huzursuz olmayın… Bu çok hoşuma gider.”
Satiş, ablasından anahtarı aldı ve müzik kutusunu getirdi. Camdan yapılmış olan kutunun içinde ipek dalgaların üzerinde yüzen bir gemi maketi vardı. Kurulduğunda, gemi çalan müziğin ritmine uyarak sallanıyordu. Satiş’in bakışları gemiyle Binoy arasında gidip geliyordu, çocuk heyecanını gizlemekte güçlük çekiyordu.
Satiş’in sıcaklığı, Binoy’un çekingenliğini yenmesine yardımcı oldu ve Suçarita ile konuşurken onun yüzüne bakmaya başladı.
Bir süre sonra Pareş Babu’nun öz kızlarından biri olan Lila içeri girdi ve onları yukarıya çağırdı: “Annem hepinizin terasa gelmesini istiyor.”
9
Sütunlu bir girişi olan terastaki masanın üzerine beyaz bir örtü örtülmüştü ve çevresine sandalyeler dizilmişti. Korkuluğun dışındaki silmenin üzerinde, içine çiçek ekilmiş bir dizi saksı vardı. Aşağıya bakıldığında yol kenarındaki siriş ve krişnaçura ağaçlarının yağmurla yıkanmış yaprakları görülüyordu.
Güneş henüz batmamıştı ve soluk, eğik ışınları terasın bir köşesine vuruyordu.
Pareş Babu ile Binoy yukarı çıktığında terasta hiç kimse yoktu ama onların hemen ardından Satiş geldi, yanında siyah beyaz tüylü bir teriyer vardı. Adı Khude (Minik) idi, Satiş onun bütün numaralarını gösterdi. Bir patisiyle selam vermeyi ve başını yere koyarak bisküvi istemeyi biliyordu. Satiş bu numaraları ona öğrettiği için kendisiyle gurur duyuyordu. Ama numaralar Khude’nin umurunda değildi, o yalnızca bisküvi peşindeydi.
Arada bir yakınlardaki bir odadan çocukça şeyler söyleyip kahkahalar atan kızların sesi geliyordu, kimi zaman bu seslere bir erkek sesi karışıyordu. Bu neşe dalgası, Binoy’un içinde kıskançlıkla birlikte tatlı bir duygu uyandırdı.
O güne kadar evinde hiç öyle şen şakrak kızların neşeli sesleri yükselmemişti. Kulağına müzik gibi gelen sesler çok yakındaydı ama onun için ulaşılmazdı. Dikkati dağılan zavallı Binoy yanında duran Satiş’in söylediklerini dinleyemiyordu.
Pareş Babu’nun karısı, yanında üç kızı ve uzak akrabaları olan bir delikanlıyla terasa geldi. Adı Baroda idi. Genç değildi ama büyük bir özenle giyinmişti. Gençlik yıllarında çok sade bir yaşamı vardı, sonra bir anda değişmiş ve yüksek sosyeteye ayak uydurmak için elinden geleni yapmaya başlamıştı. Yürürken ipek sarisini hışırdatıyor ve ayakkabılarının yüksek topuklarını takırdatıyordu. Baroda, Brahmolara özgü olan şeylerle olmayanları ayrı tutmaya her zaman özen gösterirdi. Radharani’nin adını Suçarita olarak değiştirmesinin nedeni buydu.
En büyük kızının adı Labonya idi. İri kıyım, neşeli, sosyal yaşamı seven ve dedikodu yapmadan duramayan bir kızdı. Tombul bir yüzü, iri gözleri ve esmer, parlak bir teni vardı. Giyimine önem vermezdi, bu yüzden annesi her an onu kontrol altında tutardı. Topuklu ayakkabıdan nefret ederdi ama giymek zorundaydı. Öğleden sonraları annesiyle birlikte dışarı çıktığında kadın ısrarla yanaklarını ruj ve pudrayla renklendirmesini isterdi. Şişman olduğu için, Baroda ona o kadar dar bluzlar giydirirdi ki, onları üzerinden çıkardığında yeni presten çıkmış bir balyaya benzerdi.
Onun bir küçüğünün adı Lolita idi. Ablasına hiç benzemiyordu. Daha uzun boylu ve inceydi, ten rengi koyuydu, başına buyruk davranmayı severdi. Fazla konuşkan değildi ama konuştuğunda çok kırıcı şeyler söyleyebilirdi. Annesi, için için ondan korkar ve onu sinirlendirmemeye çalışırdı.
En küçükleri Lila daha on yaşındaydı. Tıpkı bir oğlan çocuğu gibi, sürekli Satiş’in zıddına gider ve onunla didişirdi. İkisi de Khude’nin kendi köpeği olduğunu iddia ederdi ve en büyük kavgaları bu yüzden çıkardı. Eğer köpeğe sorulsaydı, büyük bir olasılıkla sahip olarak ikisini de istemezdi; ama bir seçim yapmak zorunda kalsaydı, Lila’nın hiç bitmeyen saldırılarından kurtulmak için biraz fazla disiplinli olmakla birlikte, daha kolay katlanabildiği Satiş’i seçebilirdi.
Bayan Baroda terasa çıkar çıkmaz Binoy ayağa kalktı ve yerlere kadar eğilerek onu selamladı. Pareş Babu onları tanıştırdı: “Bu geçen gün bizi evinde konuk eden…”
“Ya!” diye haykırdı Baroda taşkınca. “Ne kadar iyi bir insansınız! Size çok şey borçluyuz!” Binoy bu minnettarlık gösterisinden o kadar çok utandı ki, söyleyecek söz bulamadı.
Kızlara eşlik eden delikanlıyla da tanıştırıldı. Adı Sudhir idi, Edebiyat Fakültesinde okuyordu. Açık renk teni, gözlüğü ve küçük bıyığıyla hoş bir görünümü vardı. Bir an yerinde duramayan hareketli bir insandı, şakaları ve şaklabanlıklarıyla kızları coşturuyordu. Kızlar sık sık onu azarlıyor ama onsuz da yapamıyorlardı. Sudhir her zaman onlar için alışverişe çıkmaya, onları sirke ya da botanik bahçelerine götürmeye hazırdı. Sudhir ile kızların arasındaki yakın ilişki, Binoy için alışılagelmedik bir şeydi, kendini sersemlemiş hissediyordu. İlk tepkisi onları kınamak oldu ama kısa bir süre sonra bu duygu yerini kıskançlığa bıraktı.
Baroda konuşmayı başlatmak için: “Yanılmıyorsam sizi bir iki kez Brahmo Samaj’ın ayinlerinde gördüm.” dedi.
Binoy işlediği büyük bir suç ortaya çıkmış gibi huzursuz oldu ve özür dilercesine birkaç kez Keşub Babu’yu dinlemeye gittiğini doğruladı.
“Fakülte öğrencisisiniz değil mi?” diye sorularını sürdürdü Baroda.
“Hayır, fakülteyi bitirdim.”
“Ondan sonra eğitiminizi sürdürdünüz mü?”
“Yüksek lisans derecemi aldım.”
Bunu duyduktan sonra Baroda’nın, yaşından çok daha genç gösteren delikanlıya tutumu belirgin bir biçimde değişti. İç çekerek Pareş Babu’ya bakarken: “Bizim Manu’muz yaşasaydı o da yüksek lisansını almış olacaktı.” dedi.
Bayan Baroda’nın ilk çocuğu Manorancan, dokuz yaşında ölmüştü. Ne zaman sınavlarda başarılı olan, iyi bir iş bulan ya da güzel bir kitap yazan bir delikanlıdan