Üç Kalp. Джек ЛондонЧитать онлайн книгу.
siz de çok dikkatli olun, bayım, özellikle o ağır kutuya dikkat edin.” diye seslendi seyyar satıcı, adamların yanından uzaklaşırken.
Henry, jandarmaların, etrafa toplanmış olan halkın, kavuran güneşin altından kaçarak dağılmasını ve sokağın giderek büyüyen ıssızlığını izledi. “Küçük bir mucize.” diye düşündü kendi kendine, yaşlı seyyar satıcının sesi ne kadar da tanıdık geliyordu. Bunun bir nedeni, dilinin döndüğünce yarım yamalak İspanyolca konuşmaya çalışması, bir diğer nedeni de anne tarafından yarı Alman olmasından kaynaklıydı. “Öyle olmasına rağmen yine de tıpkı bir yerli gibi konuşuyordu ve eğer o büyük ağır kutunun içerisinde çok değerli bir şey varsa, jandarmalar onun eşyalarını içeriye taşımamış ve korumaya almamış olsaydı, tıpkı yerliler gibi soyulacaktı.” diye geçirdi aklından Henry, gözünün önünde gerçekleşen gösteriyi tekrar düşünerek.
Ancak Leopoldo Narvaez, Henry’nin hücresinden elli metre uzakta bulunan nöbetçi odasında, o anda bir soyguna uğruyordu bile. Soygun, Pedro Zurita’nın büyük kutuyu derin ve dalgın bir şekilde incelemesiyle başladı. Ağırlığını ölçmek için kutunun bir ucunu havaya kaldırdı ve burnu sanki ona içeriğiyle ilgili bir bilgi verebilecekmiş gibi kutuyu çatlaklarından tıpkı bir av köpeği gibi kokluyordu.
“O kutuyu rahat bırak, Pedro.” diye güldü jandarmalardan biri. “Dürüstlüğün karşılığında sana iki peso ödedi adam.”
Gardiyan yardımcısı derin bir iç çekip, oturdu, bir süre kutuya baktı ve tekrar iç çekti. Aralarındaki sohbet giderek zayıflamıştı. Adamların gözleri sürekli olarak kutuya takılıp duruyordu. Oyun kartları bile onların akıllarını dağıtmaya yetmemişti. Oyun durgunlaşmıştı. Pedro’ya uyarıda bulunan jandarma oturduğu yerden kalkarak kutunun yanına gitti ve koklamaya başladı.
“Hiçbir koku almıyorum.” dedi diğerlerine. “Kutunun içinde kesinlikle kokacak hiçbir şey yok. Peki ama içinde ne olabilir ki? O beyefendi, bunun çok değerli olduğunu söyledi!”
“Beyefendi!” dedi jandarmalardan biri, kutuyu koklayarak. “Yaşlı adamın babası, Colon sokaklarında ondan önce bayat balık satan, babası gibiydi. Her yalancı dilenci, fatihlerin soyundan geldiğini iddia eder zaten.”
“Peki ama neden olmasın, Rafael?” diye karşılık verdi Pedro Zurita. “Hepimiz bu kadar aşağılık değil miyiz?”
“Hiç şüphesiz.” diye hemen onu onayladı Rafael. “Fatihler pek çok…”
“Hayatta kalanların ataları öyle değil mi?” diye tamamladı Pedro onun sözünü ve neşeli bir kahkaha attı. “Ama yine de kutuda ne olduğunu öğrenmek için bu pesoları feda edebilirim.”
“Ignacio var.” dedi Rafael, öğle uykusundan yeni uyanmış, uykudan şişmiş gözlerini güçlükle açmaya çalışan adamı işaret ederek. “Dürüstlüğü karşılığında ona herhangi bir şey ödenmedi. Gel, Ignacio, kutunun içinde ne olduğunu bize söyle de merakımız giderilsin.”
“Ben nereden bilebilirim ki?” diye sordu Ignacio, ilgiyle kutuya bakarak. “Daha şimdi uyandım.”
“İşte, bu yüzden dürüstlüğün karşılığında ödeme almadın, öyle değil mi?” diye sordu Rafael.
“Tanrı’nın merhametli annesi, kim dürüstlüğüm karşılığında bana para ödeyecekmiş?” diye sordu Ignacio.
“O zaman, oradaki baltayı al ve kutuyu aç.” dedi Rafael, aleti işaret ederek. “Bize kesinlikle dürüstlüğümüz karşılığında para verildiğinden ancak Pedro iki pesosunu bizimle paylaşacak olursa emin olabiliriz. Kutuyu aç, Ignacio, yoksa meraktan çatlayacağız.”
“Sadece bakacağız, sadece ne olduğuna bakacağız.” diye mırıldandı Pedro, kutunun tahtasını baltanın keskin ucuyla hafifçe kaldırarak. “Sonra kutuyu tekrar düzgünce kapatırız ve… Hadi Ignacio, elini içeri sok. Bakalım orada ne bulacaksın?.. Ha? Nasıl bir şeye benziyor? Ah!”
Elini içeri iyice sokup biraz karıştırdıktan sonra, Ignacio’nun eli başka bir karton kutuyla yeniden ortaya çıktı.
“Tekrar yerine koymamız gerektiğinden, onu düzgün çıkar.” diye gardiyan onu uyardı.
Kutunun içerisindeki mendil ve ambalaj kâğıtları çıkarıldıktan sonra, tüm gözler içinde duran bir litre çavdar viskisine odaklandı.
“Nasıl mükemmel paketlenmiş öyle.” diye mırıldandı Pedro hayranlıkla. “Bu kadar özen gösterildiğine göre, kesinlikle çok iyi olmalı.”
“Bu Amerikan viskisi.” diye iç çekti jandarma. “Bir seferinde, Amerikan viskisi içtim. Harikaydı. Beni o kadar cesaretlendirmişti ki Santos’taki boğa güreşi alanına atladım ve vahşi bir boğayla ellerimle güreştim. Bu gerçekten doğru, boğa beni altına aldı ama ben arenadan yine de kaçmadım.”
Pedro şişeyi eline aldı ve şişenin ağzını açmaya çalıştı.
“Dur!” diye haykırdı Rafael. “Dürüstlüğün karşılığında para aldın.”
“Kendisi bize karşı dürüst olmayan biri tarafından.” diye karşılık verdi Pedro. “Mallar kaçak. Bunlar kesinlikle bedelleri ödenmiş mallar değil. Yaşlı adam kaçak mallara sahip. Şimdi artık minnetle ve gayet huzurlu bir şekilde onun mallarına sahip olabiliriz. Onlara el koyabiliriz. Onları yok edebiliriz.”
Şişenin ellerine geçmesini beklemeden, Ignacio ve Rafael diğer şişeleri alarak, onların ağızlarını açtılar.
“Üç yıldız… Çok mükemmel.” dedi Pedro Zurita, duraksayıp şişenin üzerindeki ticari markayı göstererek. “Görüyorsunuz ya, Gringo viskilerinin hepsi çok güzeldir. Bir yıldız bunların çok iyi olduğunu; iki yıldız mükemmel olduklarını ve üç yıldız onların mükemmelden öte, en iyisi olduklarını gösterir. Ah, bunu biliyorum. Gringolar sert içkiler konusunda güçlüdür. Meksika içkileri onları kesmez.”
“Peki, ya dört yıldız?” diye sordu Ignacio, sesi içkiden dolayı boğuklaşmış, gözleri zevkten parlar hâlde.
“Dört yıldız mı? Dostum Ignacio, dört yıldız ya ani bir ölüm ya da cennete bir bilet anlamına gelir.” Birkaç dakika içerisinde başka bir jandarmaya sarılmış olan Rafael, ona kardeşim diyerek, aşağıda insanları mutlu etmenin pek mümkün olamayacağını ilan ediyordu.
“Yaşlı adam tam bir aptalmış, hem de üç kat aptal.” diye haykırdı asık suratlı bir jandarma olan Augustino, bu zamana kadar ilk kez konuşmuştu.
“Harika Augustino!” diye alkışladı Rafael. “Üç yıldız resmen bir mucize yarattı. Bakın şu işe! Augustino’nun ağzındaki kilidi bile açmayı başarmamış mı?”
“Yine de üç katı, bu yaşlı adam üç katı aptalmış!” diye resmen kükredi Augustino. “Onunkiler tanrıların içkileriymiş ve o adam Bocas del Toro yolunda beş gün boyunca tek başına yolculuk yapmış, onlardan bir yudum dahi içmemiş. Bence böylesi adamları bir karınca yuvasının üzerine çıplak bırakmalı.”
“Yaşlı adam bir hayduttu.” diye geveledi Pedro. “Üç yıldız için yarın geri geldiğinde, onu kaçakçılıktan tutuklayacağım. Bu da şapkalarımıza bir tüy daha eklenmesini sağlayacak.”
“Eğer kanıtları bu şekilde yok edecek olursak?” diye sordu Augustino, bir şişenin daha ağzını açarak.
“Kanıtları koruyacağız bu şekilde!” diye cevapladı Pedro, boş bir şişeyi taş sütunlardan birinin üzerinde kırarak. “Dinleyin, yoldaşlar. Kutu çok ağırdı, hepimiz bu