Sylvie ve Bruno. Льюис КэрроллЧитать онлайн книгу.
hızla yürüyünce ben de onu takip etsem iyi olur diye düşündüm.
Uzun boylu, ağırbaşlı ve ciddi görünümlü olan Muhafız, üzeri kâğıtlarla dolu bir çalışma masasının başına oturmuştu. Dizinde de şu ana kadar gördüğüm en güzel kızlardan biri oturuyordu. Küçük kız, Bruno’dan dört beş yaş büyük görünüyordu. Yanakları al al, gözleri de ışıl ışıldı. Kıvırcık, kahverengi saçları omuzlarından dökülüyordu. Işıl ışıl gözleriyle babasına bakınca hayatının sonbaharında olan baba ile ilkbaharında olan kızının birbirlerine olan sevgisini görmeye değerdi doğrusu.
Yaşlı adam, “Hayır, sen onu hiç görmedin. Uzun süredir burada değildi. Senin yaşından bile uzun zamandır, sağlığı için oradan oraya seyahat edip duruyor küçük Sylvie!” diyordu.
Tam o sırada diğer dizine de Bruno gelip oturdu ve babasının yanağına bir öpücük kondurdu.
Bruno babasını öptükten sonra, Muhafız “Daha dün gece geri döndü. Sylvie’nin doğum gününde burada olabilmek için, son birkaç bin kilometreyi hızla gelmiş. Yorgun olmasına rağmen, erkenden uyanmış. Eminim ki şu anda kütüphanededir. Benimle gelin de bakalım şuna bir. Çocukları çok sever. Eminim ki siz de onu çok seveceksiniz.” dedi.
Bunun üzerine Bruno heyecanla “Diğer Profesör de geldi mi peki?” diye sorunca, “Evet, birlikte geldiler. Diğer Profesör’ü… Şey, belki pek sevmeyebilirsiniz. Biraz hayalci bir insandır çünkü.” cevabını aldı.
Bruno, “Sylvie’nin biraz daha hayalci olmasını dilerdim!” deyince Sylvie “Ne demek istiyorsun Bruno?” diye sordu.
“O yapamadığını söylüyor işte. Ama bence yapamıyor değil, yapmıyor!”
“Hayal kuramadığını mı söylüyor?” diye tekrarladı kafası karışan Muhafız.
“Öyle diyor.” diyerek ısrar etti Bruno. “Ben ne zaman ona ‘Ders çalışmayı bırakalım.’ desem o ‘Bırakmayı hayal bile edemem!’ diyor.”
Sylvie de “Aklı hep dersi bırakmakta. Hem de başladıktan beş dakika sonra!” diyerek araya girdi.
Muhafız da Bruno’ya dönüp “Günde beş dakika ders ile fazla bir şey öğrenmeyeceksin ama küçük bey.” diye karşılık verdi.
Bruno, “Sylvie de işte tam olarak böyle söylüyor!” diye cevabı yapıştırdı hemen. “Derslerimi öğrenmeyeceğimi söylüyor ve ben ona tekrar tekrar dersleri öğrenemiyorum diyorum. Ve o ne diyor biliyor musun? Diyor ki, ‘Öğrenemiyorsun değil, öğrenmiyorsun!’ ”
Tartışmanın daha fazla uzamaması için Muhafız “Haydi gidip Profesör’ü görelim.” dedi. Çocuklar ayağa kalkıp el ele tutuştular ve üçü birden – peşlerinde benimle birlikte – kütüphanenin yolunu tuttular. Şu ana kadar gruptan hiç kimsenin (sadece birkaç saniyeliğine beni gören Şansölye dışında) beni göremediğine karar verdim.
Sylvie ağır ağır yürürken “Nesi var?” diye sordu. Diğer yanda da Bruno, sürekli hoplayıp zıplıyordu.
“Umarım şimdi iyidir. Beli ağrıyordu, aynı zamanda romatizması tuttu. Kendi kendini tedavi ediyor ama. İyi bir doktor o. Çünkü aslında köprücük kemiğini kırmanın yeni bir yolunu bulmanın yanında üç tane yeni hastalık icat etti.”
“İyi bir yol mu?” dedi Bruno.
Muhafız “Hım… Pek sayılmaz.” diye cevap verdi. Bunu söylerken kütüphaneye girmiştik. “İşte Profesör! Günaydın Profesör! Umarım okadar yoldan sonra dinlenebilmişsinizdir.”
Çiçek desenli bir ropdöşambır giymiş; hoş görünümlü, kısa boylu ve şişman bir adam, kolunun altında kalın birer kitapla odanın bir ucundan diğer ucuna yürüyordu. Çocukları dikkate almaksızın, “Üçüncü cildi arıyorum. Gördünüz mü?” diye sordu.
Muhafız, Profesör’ü omuzlarından tutup yüzünü çocuklarına doğru çevirdi ve “Çocuklarımı görmüyorsunuz Profesör.” dedi.
Profesör bir kahkaha atıp kocaman çerçeveli gözlüklerinin arkasından konuşmadan bir iki dakika boyunca çocuklara baktı.
En sonunda Bruno’ya “Umarım iyi bir gece geçirmişsindir evlat.” dedi.
Şaşkın şaşkın Profesör’e bakan Bruno, “Sizinle aynı geceyi geçirdim. Dünden beri sadece bir gece geçti!” diye karşılık verdi.
Bu kez şaşkınlıkla bakma sırası Profesör’deydi. Gözlüklerini çıkarıp mendiliyle sildi. Sonra tekrar takıp çocuklara bir kez daha baktı. Muhafız’a dönüp, “Onlar bağlı mı?” diye sordu.
“Hayır değiliz.” dedi bunu cevaplamaya yetkisi olduğunu düşünen Bruno.
Profesör üzüntülü bir vaziyette başını sallayarak “Yarı bağları bile mi yok?” dedi.
“Neden yarı bağlı olalım ki?” dedi Bruno. “Biz tutsak değiliz ki!”
Bruno konuşurken Profesör çocuklarla ilgilenmeyi bırakmış, Muhafız’la konuşmaya başlamıştı. “Barometre’nin hareket ettiğini duyunca memnun olacaksın.” deyince “Hangi yöne?” diye sordu Muhafız, sonra çocuklara döndü: “Aslında ben önemsemiyorum ama o, bunun havayı etkilediğini düşünüyor. O son derece zeki bir insandır. Bazen öyle şeyler söyler ki onu yalnızca Diğer Profesör anlayabilir. Bazen de öyle şeyler söyler ki hiç kimse anlayamaz onu! Hangi yöne doğru hareket etti Profesör, yukarı mı yoksa aşağı mı?”
Profesör ellerini ovuşturarak “Hiçbiri! Yanlamasına gidiyor, kendimi tam olarak ifade edebiliyorsam.” dedi.
Muhafız “Peki bu nasıl bir havaya neden oluyor?” diye sordu. Sonra çocuklara dönüp “Dinleyin çocuklar! Şimdi öğrenmeye değer bir şey duyacaksınız.” dedi.
Profesör “Yatay hava.” diyerek kapıya doğru yürürken neredeyse yanlışlıkla Bruno’yu eziyordu.
Muhafız hayran gözlerle ona bakarken “Çok bilgili, öyle değil mi?” diye sordu. “Bilgisiyle herkesi ezip geçebilir.”
Bunun üzerine Bruno “İyi de beni ezmesi gerekmiyordu ki!” diye karşılık verdi.
Tam o sırada Profesör geri döndü. Ropdöşambırını çıkarmış, redingot giymişti. Ayaklarına da üst kısmında açık şemsiyeler bulunan, tuhaf bir çift çizme geçirmişti. “Bunları görmek istersiniz diye düşündüm. Bunlar, yatay hava çizmeleridir.” dedi.
Muhafız “İyi de dizlerinizin etrafına şemsiye takmanızın mantığı ne olabilir ki?” diye sorunca, Profesör “Normal bir yağmurda bunlar pek kullanışlı değil ama yağmur yatay olarak yağarsa o zaman bunların değeri tartışılamaz işte. Kesinlikle paha biçilemez!” diye cevap verdi.
Muhafız “Çocuklar, Profesör’ü kahvaltı salonuna götürün ve beni beklememelerini söyleyin. İşlerim olduğu için ben erkenden yapmıştım kahvaltımı.” deyince, çocuklar sanki Profesör’ü yıllardır tanıyormuş gibi içtenlikle ellerinden tutup dışarı çıktılar. Ben de arkalarından saygılı bir şekilde onları izledim.
2.BÖLÜM
Bilinmeyen Arkadaş
Kahvaltı salonuna girdiğimiz sırada, Profesör “(…) O, kahvaltısını erkenden yapmış. Bu yüzden kendisini beklememenizi rica etti, Leydim. Bu taraftan Leydim.” diyerek biriyle konuşuyordu. Sonrasında (gördüğüm kadarıyla) aşırı bir kibarlıkla, kompartımanımın kapısını açıp