Çocuk Kalbi. Edmondo De AmicisЧитать онлайн книгу.
Ve kalemi alarak güzel yazısıyla yazmaya başladı.
Bir seda dükkânın içinde “Burada kimse yok mu?” diye sordu. Bu çalı demetleri almaya gelen bir kadındı. “İşte geliyorum.” diye bağırarak Koretti odadan çıktı. Demetleri tartıp, parayı aldıktan sonra bir yazı taşının asılı bulunduğu köşeye girerek satışını kaydetti ve ödevine döndü “Biraz bakalım sayfamı bitirmeye bırakacaklar mı?” diye yazmaya devam etti: “Seyahat çantaları, askerler için palaskalar…”
Birdenbire “Ah zavallı kahvem kim bilir ne oldu!” diye ocağa koşarak cezveyi ateşten kaldırdı.
“Bu annemin kahvesi. İstersen onu beraber götürelim. Seni görürse memnun olur. Yedi günden beri yatakta… Aaa… İşte fiillerin arızaları gibi ben de bütün gün bu cezve ile elimi yakıyorum. Askerlerin çantalarından sonra acaba ne ilave etmeli, daha bir şeyler var amma bulamıyorum… Gel. Buraya gel!” Küçük arkadaşım bir kapı açtı ve annesinin yattığı odaya girdik. O bir yün yatağı işgal ediyor. Ve başında beyaz bir sargı bulunuyordu.
Fincanı uzatarak “İşte kahve anne!” dedi ve beni işaretle “Sana sınıf arkadaşlarımızdan birini takdim ederim.” diye ilave etti. Kadıncağız “Ah! Hastaları görmeye gelmek çok iyi şeydir efendi oğlum.” diyordu. Koretti annesinin arkasındaki yastıkları düzeltti, yorganı yaklaştırdı. Ateşi karıştırdı, teklifsizce konsolun üzerine yerleşmiş olan kediyi kovdu.
Kahve fincanını alarak “Başka hiçbir şeye ihtiyacınız yok mu anne?” diye sordu “İki kaşık şurubunuzu içtiniz mi? Bittiği zaman eczacıdan almak üzere ben giderim, odunlar yerleştirildi. Söylediğiniz gibi dörtte eti ateşe koyacağım, tereyağcı geçtiği zaman sekiz meteliğini vereceğim. Siz rahat olunuz anneciğim. Herşey yolunda olacak.”
Kadın “Pekâlâ oğlum.” diyordu, “Sen her şeyi düşünüyorsun zavallı yavrucuğum.”
Koretti bana babasının asker kıyafetiyle resmini içeren küçük bir çerçeveyi gösterdi. 1866’da, Prens Hümber alayında hizmet ettiği zaman kazandığı kıymetli madalyalar da gözüküyordu. Faal gözleri, memnun tebessümüyle bu aynen dostum Koretti’nin simasıydı.
Tekrar mutfağa girdik. Koretti “Buldum!” diyerek defterine koştu “İşlenmiş deriden beygir koşumları da yapılır.” diye ilave etti.
“Gerisini bu akşama yaparım. Biraz uykusuz kalacağım, diyordu, “Hanri sen mesutsun. Çalışmak ve gezmek için vaktin var…”
Daima neşeli, daima çevik, beni dükkâna götürüyor orada odun parçalarını tezgâha koyarak testereliyor ve bana:
“İşte en âlâ jimnastik kolları ileriye itmek, istiyorum ki babam geldiği zaman bu odunları tümüyle testerelenmiş görsün; kim bilir nekadar memnun olacaktır. Fakat maatteessüf testere ile uğraştıktan sonra “(t)” leri ve “(1)” leri muallimin söylediği biçimde yılan gibi yazıyorum. Ne yapabilirim, ona doğrusunu söyleyeceğim. Kolumu çok oynattığım için parmaklarım yoruluyor. İşin önemi annemin iyi olmasındadır. Bugün hamdolsun daha iyi. Gramere gelince ona yarın sabah erkenden çalışacağım. Ah işte kömür arabası, haydi çalışmaya!”
Siyah çuvallarla dolu bir yük arabası dükkânın önünde durdu. Koretti arabacıyla konuşmaya koştuktan sonra avdetle: “Şimdi…” dedi, “Sana kal diyemem. Artık yapma. Beni biraz görmek için geldiğine teşekkür ederim. Haydi güzel güzel gez mesut Hanri!”
Ve elimi sıkarak birinci çuvalı arkasına almak üzere koştu. Dükkânla araba arasındaki seferlerine başlıyordu.
Kedi derisinden keçe şapkası altında taze siması o kadar coşkulu, sevinçli ve aceleci idi ki görmek insana zevk veriyordu.
Bana “Mesut Hanri!” diyor. Hayır, Koretti, hayır; sen benden daha mesutsun. Aynı zamanda okuyor ve çalışıyorsun. Babana, annene benden daha faydalısın, benden daha cesur ve benden yüz defa daha iyisin benim aziz arkadaşım!
MÜDÜR
Koretti bu sabah memnundu, çünkü aylık imtihanında bulunmak üzere, ikinci sınıfta iken muallimi bulunan Mösyö Koatti gelmişti. Bu Mösyö Koatti’nin yüksek endamı, kıvırcık saçları, karanlık gözleri ve heybetli sedası vardır. O çocukları daima cezalandırmak, hatta hapse koymak için korkuttuğu hâlde kimseye ceza vermez ve talebesini korkuttuğu için sakalının içinde güler. Bizim belediye mektebinde sekiz muallim vardır. Küçük ve tüysüz olan ve pek genç görünen bir muavin bunlara dâhil değil.
Müdürümüze gelince iri ve şaçsızdır. Altın gözlük taşır, kül renginde sakalı göğsüne kadar iner. Ceketi daima düzen ile çenesine kadar iliklidir. Çocuklarla pek iyi olduğu derhâl farkedilir. Soruşturma için çağırılmış olanlar odasına titreyerek girdikleri zaman müdür onlara hiç darılmaz fakat ellerini tutarak tatlılıkla iyiliğe teşvik eder. Hemen genellikle çocuklar hatalarına pişman olurlar ve bir daha yapmayacaklarını vaadederler.
O kadar iyilikle ve o kadar inandırarak söyler ki mektepliler yanından gözleri kızarmış, ceza almaktan daha fazla mahcup ve müteessir olmuş bir hâlde çıkarlar.
Muhterem Müdür! Memuriyette daima birinci ve sonuncu olacaktır.
Sabahları talebeyi bekler ve ebeveyne cevaplar verir. Akşamları talebe çıktığı zaman çocukların arabaların altında kalmamaları, birbirleriyle hiç dövüşmemeleri, birbirlerinin başlarına atmak üzere çantalarına kum ve taş doldurmamaları için mektebin etrafına nezaret eder.
Onun gölgesi bir sokağın köşesinden görününce bir alay çocuk oyunlarını hemen bırakarak kaçışırlar. Müdürün parmağı uzaktan onları korkutur fakat müşfik ve hazin olan tavrı merhamet vaadeder.
Annem bana dedi ki müdürlük masasının üstünde daima resmi duran genç bir gönüllü olan oğlunu kaybettiği zamandan beri kimse onun güldüğünü görmemiş. Uğradığı bu felaketten sonra istifa etmek isteyen müdürümüz emekliliğini isteyen mektubu yazmıştı. Fakat talebesinden ayrılmaya sebep olacak bu istidayı göndermeyi her gün erteliyordu. Hâlbuki geçen akşam babam onun odasında bulunduğu sırada dilekçeyi göndermeye karar vermiş görünüyordu. Babam ona, müdürlüğü terk ettiğini görmesiyle meydana gelen üzüntülerini bildirirken birdenbire odaya bir adam girer. Bu adam, Baretti Dairesine çocuğunu kaydettirmek için gelmişti. Müdür çocuğu görerek şaşkın bir hâl gösterir. Bir çocuğa, bir de masasının üzerindeki resme bakar sonra yeni talebeyi yanına alarak dikkatle süzer. Bu çocuk kaybettiği oğluna şaşılacak derecede benziyordu. Müdür çocuğun ismini kaydetti ve esmer başını okşayıp çocukla pederi gönderdikten sonra düşünerek masasına oturdu. Babam kesilmiş olan sohbete devam ederek: “Müdürlüğü terk etmek istemeniz ne kadar yazıktır.” deyince müdürümüz bu sözlerle düşüncelerinden uyanır gibi silkinerek istifa istidasını aldı ve “Kalıyorum!” diyerek yırttı.
ASKERLER
Müdürün oğlu öldüğü zaman gönüllü idi. İşte bunun için ki zavallı baba daima askerlerin geçişini görmek için mektepten çıktığımız zaman Korso’ya giderdi. Dün oradan bir piyade alayı geçiyordu. Elli kadar çocuk cetvellerini çantalarının üzerine ahenk ile vurarak mızıkacıların etrafında sıçrıyorlardı. Biz toplu olarak yaya kaldırımının üzerinde duruyorduk.
Pek dar elbisesinin içinde sıkılmış, bir büyük ekmek parçasını ısıran Garron; daima ihtimamla iyi giyinen Votini, yanında babasının ceketini giyen çilingirin oğlu; Kalabralı; kırmızı saçlı Krossi, arsız çehresiyle Franti, topçu yüzbaşısının oğlu tramvayın altından bir çocuk kurtaran ve şimdi