İsfahan'a Doğru. Пьер ЛотиЧитать онлайн книгу.
eski yolcuların alışık oldukları ve lakin bütün dünya üzerinde seri taşıma vasıtaları ortaya çıkınca torunlarımızın bilmeyecekleri yabancılık korkusu hâlâ duyuluyor. Buradan nasıl gitmeli, nereden kaçmalı, birdenbire bir vatan arzusu hasıl olduğu, insan kendi vatanını demem yalnız kendi cinsinden adamları ve bizim memleketimizdeki gibi hayatı, biraz asrileşmiş bir yeri görmek ihtiyacını hissettiği vakit buradan nasıl gitmeli? Tahran’a ve Hazar Denizi’ne varmak için yirmi, otuz gün kervanla tenha ve ıssız şimal tarafı aşarak mı, yoksa gene geldiğimiz yoldan İran dağlarının korkunç basamaklarını birer birer inmek, Basra Körfezi dedikleri fırına varıncaya kadar daima artan hararet içinde yalnız geceleri geçilebilen uçurumların içine bir daha dalmak ve sonra kızgın kumları tekrar aşarak sıtma ve sürgün mahalli olan Buşir’e ve oradan Hindistan’a geçmek suretiyle mi?
Bu yolların ikisi de uzun ve meşakkatli; işte bizim Pirene dağlarının doruklarından daha yüksek bir mevzide ve bu saatte berrak ve fakat ne kadar sakin soğuk bir gece ile çevrilmiş olan Şiraz’da insan hakikaten kaybolduğunu hissediyor…
Bu şehirde her yer duvarla kapalı olduğundan henüz bir şey görmedim ve ikametimi uzatırsam bir şey görebilecek miyim, diye kendi kendime soruyorum. Buraya biraz masallardaki gibi gözlerini bağlayıp yer altında saraylara götürülen kahramanlar tarzında girdim.
Bu sabah vürudumuzdan mektupla haberdar olan Tüccarbaşı Hacı Abbas hemen kervansaraya geldi. Yanında şehrin ileri gelenlerinden birkaç kişi vardı. Bunlar uzun libaslı, büyük yuvarlak gözlüklü ve yüksek kuzu derisi kalpaklı, hepsi teşrifata riayet eden kibar tavırlı zevat idi. Dışarıda karanlık hücrenin önündeki tarasada oturduk. Gelincik çiçekleri açmış, otlar etrafı kaplamıştı. Türkçe selamlaştıktan ve hoşbeşten sonra sohbet, seyahat engellerine intikal etti. Bundan biraz müteessir görünerek, “Ne yazık ki sizin şimendiferleriniz henüz bizde yok.” dediler, ben ise kendilerini bundan dolayı tebrik ettiğimden bu icadımın faydası hakkında ne kadar aynı fikirde olduğumuzu tebessümlerinden anladım.
Kavak ağaçları ve bütün çiçek açmış yemiş ağaçları önümüzde perde gibi yükselerek henüz bir şey anlayamadığımız şehri görmemize engel oluyorlardı. Yalnız bostanlar, otlar, yeşil buğdaylar ve güzel Şiraz ovasının bir köşesi fark ediliyordu. O şehrin ki dünyanın diğer kısımlarıyla muhaberesi yok hükmünde ve bin sene evvelki hayat bugün orada aynı suretle geçerli olmaktadır. Bütün dallarda kuşlar şakrak yuva şarkılarını söylüyorlar. Aşağıdaki hayvanlarımızın dinlendiği avluda katırcılar, yanakları açık havada yanmış halk çocukları, sıhhatli ve sükûnetli bir tavırla yaşamak için vakitleri olan adamlar gibi, kayıtsızca güneşte tütün içiyor veya top oynuyorlar. Ve onların kahkahayla gülmeleri işitiliyor.
Ben büyük şehirlerimizin karanlık civarlarını, şimendifer duraklarımızı, fabrikalarımızı, düdük seslerimizi ve demir gürültülerimizi düşünüyor ve kömür tozuyla kirlenmiş ve gözleri yorgun ve meşakkat izleri gösteren soluk benizli amelemizi bu neşeli adamlarla mukayese ediyordum.
Tüccar başı dönmek için müsaade talep ettiği vakit Şiraz’daki çok sayıda hanelerinden birinde ikamet etmemi teklif etti. Anahtarını hemen göndere çekti. Ben terasımda nargile içerek anahtarın gelmesini çok bekledim. Herkes bilir ki Şarklılar, zamanın kıymetini bizim gibi takdir etmezler.
Nihayet akşam saat dörde doğru anahtar geldi, bir kadem iki parmak uzunluğunda idi. O vakit benim kervanbaşımla adamlarına paralarını ödeyip yol vermek icap etti. Onları sıra ile dizmek, ellerine birçok gümüş para saymak, kendileriyle vedalaşmak ve el sıkmak gibi muamelelerden sonra nihayet birkaç hamal bulup -uzun saçlı Yahudiler- eşyamızı onların sırtına yüklettik ve artları sıra pek yakın olduğu hâlde göze görünmeyen şehre doğru yürümeye başladık…
Koyu sincabi tuğla ve dövülmüş topraktan inşa edilmiş pek yüksek duvarlar arasında düşünerek gidiyorduk. Bu duvarlarda uzaktan uzağa fasılayla demir parmaklıklı bir delik, gizli bir kapı açılıyordu. Gittikçe darlaşan duvarlar nihayet başımızın üstünde birleşerek bir kümbet teşkil ettiler ve birdenbire bir mahzen loşluğu etrafımızı sardı. Bu dar geçitlerin ortasında tezek, süprüntü ve pislik arasından ufak dereler akıyor, lağım ve ölü fare kokusu duyuluyordu. Şiraz’a girmiştik.
Karanlık daha kesafet peyda ettiği zaman demir çivi kakılı ve büyük halkalı eski bir kapının önünde durduk. Burası benim meskenimdi. Evvela loş bir dehliz, tozlu ve harap bir bina, sonra güneşli bir avlu, akar bir havuzun etrafında çiçek açmış güzel portakal ağaçları ve nihayetinde iki katlı yepyeni ve bembeyaz bir küçük ev ki işte orada kapanıp kalacağım. Fakat ne kadar zaman için bilmiyorum. Çünkü bir Acem darbı meseli “Şiraz’a girmek çıkmaktan daha kolaydır.” der.
İKİNCİ KISIM
Hacı Abbas’ın evindeki odalarda yalnız boş dört duvar bulunduğundan halılar ve yastıklar satın almak için ilk defa şehirde alelacele çarşılara çıktığımız vakit güneş guruba başlamıştı. Bu şehirde dolaşmak yer altı dolambaçlı yerlerde yürümeye benziyor. Üstleri kapalı, süprüntü dolu sokaklar insanı şaşırtacak surette dönüyor, dolaşıyor ve yekdiğerini katediyorlar. Bazı yerlerde o kadar daralıyor ki karşıdan bir atlı hatta ufak bir eşek gelse çarpmaması için iki omzunuzla duvara yapışmak icap ediyor.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.