Jo'nun Oğulları. Луиза Мэй ОлкоттЧитать онлайн книгу.
ya da elinden alıp götüremeyeceği mutluluğunu çok az insan biliyordu.
Bu da annesinin son yıllarında mutlu ve huzurlu bir hayat yaşamasını sağlayabilme gücüydü, sonsuza kadar bakmakla yükümlü olduğu kişilerden kurtarmak, yorgun ellerini rahatlatmak, o güzelim yüzü her türlü kaygıdan uzaklaştırmak ve o iyiliksever kalbinin büyük haz aldığı akıllıca hayır işleri yapabilme özgürlüğünü gönlünce yapabilmesiydi. Genç bir kızken Jo’nun en büyük hayali Marmee’nin zor ve cesur hayatından sonra huzur içinde oturabileceği ve yaşamın tadını çıkarabileceği bir odası olmasıydı. Artık o hayali gerçek olmuştu, Marmee her türlü konforun ve lüksün sağlandığı o sevimli odasında oturabiliyordu, hastalıkları arttıkça onu çok seven kızları etrafında pervane oluyorlardı ve üzerine yaslanabileceği sadık bir dosttu. Hayatını neşelendirecek saygılı torunların şefkatiyle geçiriyordu günlerini. Hepsi için oldukça paha biçilmez zamanlardı bunlar ve çocukları hayatta iyi şanslarla karşılaştıklarında anneler ne kadar mutlu oluyorsa o da bir o kadar mutlu oluyordu onlar için. Ektiğini biçtiğini görecek kadar yaşadı; ettiği duaların cevaplandığını, ümitlerin yeşerdiğini ve yarattığı yuvanın meyvesini vererek huzurun ve maddi rahatlığın hediye edildiğini görebilmişti ama sonra bir gün dünyada işi bitmiş, cesur, sabırlı bir melek gibi huzur içinde yatmanın mutluluğuyla yüzünü gökyüzüne doğru çevirmişti.
Onun huzura kavuşması hayatımızdaki bu değişimin tatlı ve kutsal yanıydı ama garip ve çelişkili bir süreçti, tıpkı bizim sahip olduğumuz bu ilginç dünyadaki diğer olaylar gibi. Yaşadığımız bu ilk sürprizden sonra insan doğasına özgü nankörlük duygusuyla Jo, birdenbire kuşku ile sevinci bir arada yaşamaya başladı ve ünlü olmaktan usanmış, kaybettiği özgürlüğüne içerlemeye başlamıştı. Ona hayran olan halk, zınk diye onu sahiplenmiş ve geçmişte, günümüzde ve gelecekteki meseleleriyle yakından ilgilenmeye başlamışlardı. Yabancılar ona bakmaya, soru sormaya, öğütler vermeye, ikazlarda bulunmaya, tebrik etmeye ve iyi niyetli ama çok usandırıcı bir ilgiyle onu çileden çıkarmayı görev bildiler. Eğer kalbini bu insanlara açmayı reddederse onlar serzenişte bulundular; eğer hayvan hakları cemiyetlerine bağışta bulunmayı, özel isteklere çare bulmayı, insanlık namına bilinen her hastalık ve dert ile ilgili duygularını paylaşmayı kabul etmezse ona taş kalpli, bencil ve mağrur dediler. Eğer yığınla kendisine gönderilen mektuplara cevap vermeye imkânsız gözüyle bakıyorsa ona hayran olan halkına karşı görevlerini savsaklamakla suçladılar. Ve eğer podyum üzerinde poz vermesi için ricada bulunduklarında evinin mahremiyetini tercih ediyorsa “Bu edebiyatla ilgilenenlerin yanına, havalarından yanaşılmıyor.” şeklinde özgürce eleştirilerde bulundular.
Elinden gelenin en iyisini çocukları için yapmaya çalıştı, aslında yazdığı hikâyelerdeki karakterler onların ta kendileriydi ve doymak bilmez bu gençlerin ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla son derece azimle çalışmaya devam etti. “Daha çok hikâye istiyoruz, hem de derhâl!” Onların uğruna yaptığı bu fedakârlıklara tabii ailesi razı olmuyordu ve zamanla sağlığı da bunun sonuçlarını çekti ama yine de bir süre daha gençlikle ilgili eserlerini yazmaya devam ederek bu uğurda kendini feda etti. Bu genç arkadaşlara çok şey borçlu olduğunu düşünüyordu, ne de olsa yirmi yıllık bir çabanın ardından onların gösterdikleri merhametleriyle tedavi edilmişti.
Ne var ki bir süre sonra sabrı tükenmeye başladı, aslan olmaktan yoruldu ve bir ayıya dönüşerek doğal olarak mağarasına çekildi, onu da oradan çıkartmak istediklerinde ise çok kötü şekilde kükredi. Aslında ailesi eğleniyordu ama onun çektiği acıları pek anlayamıyorlardı. Jo’ya göre hiç hayatında bu kadar zor duruma düşmemişti. Özgür olmak onun en çok önem verdiği değerdi ve öyle görünüyordu ki elinden çok çabuk kayıp gidiyordu. Fanusta yaşamak bir süre sonra çekiciliğini yitiriyordu ve böyle hayatını sürdürmek için Jo fazla yaşlı, fazla yorgun ve fazla meşguldü. Elinden gelen her şeyi yaptığına ve akla uygun çözümler bulduğuna inanıyordu. Özellikle imza günleri, fotoğraf çekimleri ve otobiyografik hikâyelerinin tüm memleketin yayın programlarında uygun şekilde hazırlanmasında; sanatçılar onun evinin her tarafını kullandıklarında; gazeteciler, sabrı zorlayan durumlarda ona gaddarca saldırdıklarında; yatılı okuldan gelen bir sürü coşku dolu öğrencinin bir hatıra bulmak için arazilerini harap ettiklerinde; evine sabit bir akış sağlayan cana yakın seyyahların saygıdeğer ayaklarıyla kapı girişini aşındırdıklarında; bir haftalık deneme süresinde sürekli zilin çalınmasından dolayı hizmetkârlar istifa ettiklerinde; yemek zamanlarında kocasının onu kurtarmak için nöbet tuttuğunda; başına gelen bazı musibetler karşısında oğulları arka pencerelerden kaçması için onu kolladıklarında ve özellikle cesur misafirlerin, en talihsiz anlarda haber vermeden geldiklerinde olduğu gibi.
Bir gün başına gelenlerden örnek verecek olursak durumları daha iyi anlamanızı sağlayabilir, bu mutsuz kadını mazur görmeniz için bir neden olabilir ve imza almaya çalışan canavar ruhlu bir kimse yüzünden artık arazilerinin etrafının neden duvarlarla örülü olduğuna dair bir ipucu verebilir.
“Şansı yaver gitmeyen yazarları koruyacak bir kanun olmalı.” dedi Bayan Jo bir sabah Emil’in gelişinden kısa bir süre sonra, o sırada oldukça büyük ve çeşit çeşit mektuplar gelmişti posta yoluyla. “Uluslararası telif haklarını almaktan çok, benim için hayati bir konu bu, ne de olsa vakit nakittir, barış da sağlıktır ama ben her ikisinden de mahrum kalıyorum. Bunun yanı sıra yurttaşlarıma gitgide daha az saygı duyuyorum ve çılgınca bir istekle el değmemiş uzak ormanlara uçmak istiyorum, ne de olsa özgürlükler ülkesi Amerika’da bile kendi isteğimle ön kapımı kapatamıyorum.”
“Avları peşinde olan aslan avcıları, iğrenç davranabiliyorlar. Bir süreliğine bizimle yer değiştirebilseler faydasını görecekler ve bize ne kadar bıkkınlık verdiklerini de kabul edecekler. Özellikle ‘bizim büyüleyici eserlerimiz karşısında beğenilerini sunmayı, kendileri için onur meselesi hâline getirdiklerini’ fark ettiklerinde.” diyerek alıntı yapan Ted, annesinin karşısında başını eğdi, sonra da imza isteyen on iki rica karşısında kaşlarını çattı.
“Bir hususta kesin kararımı verdim.” dedi Bayan Jo, oldukça metanetli davranarak. “Bu tür mektuplara kesinlikle cevap vermeyeceğim. Bu oğlana en az altı tane mektup yolladım, satıyor mu ne yapıyor bilemiyorum. Buradaki de bana kız okulundan yazıyor ve eğer ona cevap yazarsam okulundaki diğer kızlar da bana yazıp daha çok mektup isteyecektir. Hepsi rahatsız ettiklerini yazarak başlıyor mektuplarına. Tabii ki canım sıkılıyor onların istekleri karşısında ama yine de cesaret ediyorlar çünkü ben oğlanları seviyorum veya onlar kitaplarımı seviyor veya her ikisinden biri.”
“Emerson ve Whittier bunları direkt çöpe atarmış ama ben sadece gençler için ahlaki saçmalıklar sunan, edebî bir bebek bakıcısından başka bir şey olmamama rağmen bu iki yazarın yayılmış ününün izinden gideceğim yoksa bu sevimli insafsız çocukları tatmin etmeye çalışırsam ne yemek yiyecek ne de uyku uyuyacak zamanı bulabilirim.” Ve bunun üzerine Bayan Jo, rahat bir nefes alarak orada bulunan bir yığın mektubu ortadan kaldırdı.
“Ben diğer mektupları açarım. Sen de huzur içinde kahvaltını yap, liebe Mutter.13” dedi Rob, sık sık annesinin sekreteri pozisyonuna geçerek. “Bak, bu güneyden gelmiş.” diyerek oldukça etkileyici mührü açarak okumaya başladı:
Hanımefendi,
Çabalarınız sonucunda büyük bir miktarda servete konmanızın, Tanrı katında büyük bir lütuf olduğunu görüyorum ve hiç duraksamadan bizim kilisemizin cemaati için belli miktarda sermaye tedarik etmeniz için ricada bulunuyorum. Hangi mezhebe ait olduğunuzu bilmemekle beraber, eminim ki böyle bir öneri karşısında eli açık davranacağınızı
13
Almanca, sevgili anne. (ç.n.)