Tepedeki Ev. Чезаре ПавезеЧитать онлайн книгу.
yaklaşıp arkasından seslendim. “Anne!” diye seslendi o da. Elinde bir tabak sebze kabuğuyla Cate çıkıverdi kapıdan. Tam o an Belbo yuvarlana yuvarlana yanıma çıkıp gölgelerin arasına daldı. Çocuk ürküp Cate’in eteklerine yapışmıştı.
“Deli çocuk.” dedi Cate. “Korkacak bir şey yok.”
“Hâlâ hayattasın demek.” dedim Cate’e.
Elindeki kabukları dışarı atmak için korkuluklara yanaşmıştı. Aniden durup kafasını bana doğru çevirdi. Başını eskiden olduğundan daha yüksekte tutuyordu. Dudaklarındaki o alaycı gülümsemeyi tanıyordum. “Yürüyüşe mi çıkmıştın?” diye sordu. “Sırf yürüyüş yapmak için mi çıkıp duruyorsun böyle?”
“Dün akşam şarkı söylediğini duymadım.” dedim. “Gelmeyip Torino’da kaldığını düşündüm.”
“Dino!” diye seslendi çocuğa. Kabukları dışarı attı, sonra tabağı çocuğun eline tutuşturup içeri gönderdi.
Çocuk gittikten sonra gülmesi kesilmişti. “Diğerlerinin yanına gitmeye ne dersin?” dedi.
“Çocuk senin oğlun, değil mi?” diye karşılık verdim.
Ağzını açmadan bana öylece baktı.
“Evlendin mi?”
Sertçe başını salladı. Bu huyunu da hatırlıyordum. “Seni ilgilendirir mi bu?” dedi.
“Yakışıklı çocukmuş. Sağlığı da yerinde gibi.” dedim.
“Torino’ya götürüp okutuyorum.” dedi. “Hava kararmadan buraya dönüyoruz.”
Ay ışığında onu net bir şekilde görebiliyordum. Değişmemişti ama aynı zamanda da başka biri gibiydi. Kendinden emin ve soğukkanlı bir edayla konuşuyordu ama kolundan tutup onu yakaladığım günler sanki dün gibiydi. Üzerinde köylerde giydikleri kısa etekten vardı.
“Sen şarkı söyleyenlere katılmıyor musun o hâlde?” diye sordum.
Az önce de yaptığı gibi kasılarak gülümsedi, sonra aynı şekilde başını geriye attı. “Şarkılarımızı dinlemeye mi geldin? Pastanene geri dönsene sen.”
Son zamanlarda öğrendiğim bir gülümsemeyle, “Şapşal.” dedim. “Hâlâ o eski günleri mi düşünüyorsun?”
Alışık olduğum o alımlı dudaklarını hatırlıyordum ama artık daha sert, daha küçük duruyorlardı. Çocuk yeniden bahçeye çıkınca Belbo havlamaya başladı. “Belbo, gel buraya.” diye seslendim. Dino yanımızdan geçip içeri koştu.
“İnanmayacaksın ama bu köpek benim tek dostum.” dedim.
“Senin değil o.” dedi.
Esprili şekilde benim hakkımda her şeyi bilip bilmediğini sordum. “Bense senin hakkında bir şey bilmiyorum.” dedim. “Şimdiye dek nasıl bir yaşam sürdün? Neler yapıyorsun? Gallo’nun Sardinya’da yaşamını yitirdiğini biliyorsundur herhâlde.”
“Ciddi olamazsın!” dedi dehşet içinde. Olayın nasıl geliştiğini anlatınca neredeyse ağlayacaktı. “Demek savaş böyle bir şey.” dedi. “Deli çocuk.” Kendinde değildi sanki; kaşlarını çatmış yere bakıyordu.
“Sen neler yaptın peki?” diye sordum. “İstediğin gibi ayakçı olabildin mi?”
Yüzünde yine alaycı bir ifade belirdi. Bunun beni ilgilendirmediğini söyledi tekrar. Karşı karşıya dikiliyorduk. Elini tuttum. Geçmişimizi küçümsediğimi düşünmesini istemiyordum. Nazikçe bileğine dokundum. “Bana nasıl bir yaşam sürdüğünü anlatmayacak mısın?” dedim.
Aptala benzer ihtiyar bir kadın çıkıverdi içeriden. “Kim o?” diye sordu.
Cate gelenin ben olduğumu söyledi. Kadın gelip benle sohbet etmeye başladı. O sırada ay batmıştı.
“Dino diğerlerine takılıp gitti.” dedi Cate.
“Üzerindeki o denizci kıyafetini neden çıkarmıyorsun?” diye sordu yaşlı kadın. “Sonra çimlerde arkasını batırıyor, biliyorsun.”
Cate kadını yanıtladıktan sonra ben de ay hakkında yorum yapıp konuşmaya devam ettim. Birlikte çayırlara doğru yürümeye başladık. Şarkı sesleri kesilmiş, artık kahkaha sesleri geliyordu. O kısa yürüyüşümüzde az önce gördüğüm ihtiyar kadının Cate’in ninesi olduğunu, evin de Le Fontane adında bir meyhane olduğunu öğrendim. Savaş çıkınca müşterilerin ayağı kesilmişti tabii.
“Savaş biraz daha uzarsa deden her şeyini satıp köprü altlarında yaşamaya başlayacak.” dedi yaşlı kadın.
Evin arkasında toplanan grup bu sefer daha küçüktü. Fonso, başka bir adam, bir de iki kız vardı. Bir ağacın altında toplanmış, uzanabildikleri dallardan elma topluyor, gülüşerek katur kutur elmaları yiyorlardı. Dino çayırların kenarında durmuş onları izliyordu.
Cate yanlarına gidip onlarla sohbet etmeye başladı. Ben de yaşlı kadınla evin gölgesinin altında kalmayı yeğledim.
“Geçen akşam daha fazla insan vardı.” dedim. “Herhâlde gelmeyip Torino’da kalmak isteyenler oldu.”
“Hepimizin motorlu arabası yok.” dedi yaşlı kadın. “Kimisi akşama kadar çalışıyor. Zaten tramvaylar da artık çalışmıyor.” Sonra bana bakıp alçak bir sesle, “Tepemizdeki emir verenler rezil insanlar. Pis faşistler. Bizi hiç düşündükleri yok. Kimlerin eline düştük.” diye mırıldandı.
Fonso’ya uzaktan el salladım. O da bir şeyler bağırarak bana el sallıyordu. Ağacın altındakiler bağrışıp çağrışıyor, birbirlerinin elinden elmalarını kapıp kaçıyorlardı. Cate bize doğru döndü.
Dışarıdakileri evden çağırmaya başladılar. Karanlıkta kapının biri açılmış, “Vakit geldi Fonso.” diye seslendi biri.
Sonra hepsi, kızlar, gençler ile çocuk koşarak yanımızdan geçip gözden kayboldular.
Yaşlı kadın iç çekerek uzaklaşmaya başladı. “Ah şu insanlar keşke anlaşabilse. Didişip duruyorlar ama onlara göre hava hoş tabii. Olan bize oluyor.”
Cate ile ben yalnız kalmıştık. “Radyoyu dinlemeye gelmiyor musun?” dedi.
Birlikte birkaç adım attıktan sonra birden durdu.
“Faşist değilsindir umarım.” dedi.
Ciddiydi ama gülmeye başladı. Elini tutup küçük bir kahkaha attım. “Hepimiz değil miyiz, sevgili Cateciğim?” dedim nazikçe. “Faşist olmasak hepimiz canımızı hiçe sayıp bombalarla ayaklanırdık. Olan biteni izleyip olayların seyrini değiştirmeye çalışmayan herkes faşisttir.”
“Hayır, değil.” dedi. “Doğru zamanı bekliyorlar. Önce savaşın sona ermesi gerek.”
Kırgın ve öfke doluydu. Elini tutmaya devam ettim.
“Eskiden bilmezdin bunları.”
“Sen de herhâlde kayıtsız kalıp harekete geçmeyenlerdensin. Peki ya arkadaşların?”
Arkadaşlarımı bir süredir görmediğimi söyledim. Kimisi evlenmiş, kimisi de taşınıp gitmişti. “Martino’yu hatırlıyor musun? Düğününü meyhanede yaptı.”
Birlikte Martino’ya güldük. “Herkesin başına geliyor.” dedim. “Aylarınızı, yıllarınızı birlikte geçirirsiniz, sonra bir bakmışsın biri işinden olmuş, diğeri taşınıp gitmiş. Her gün yüzünü gördüklerini tanımaz hâle gelmişsin.”
Cate bunun suçlusunun