Kuzin Bette. Оноре де БальзакЧитать онлайн книгу.
gibi derinleşmiş bir ferasete sahip bu kız, fikirlerine verdiği iğneleyici çeşni ile başka bir vaziyette olsa korkunç görünebilirdi. Fesattı, en birleşik aileyi bile birbirine katardı.
İlk zamanlar, sırrını kimseye vermediği, bazı ümitler beslediği vakit korse giymeye, modaya uymaya karar vermişti; o zamanlar Baron’un kendisini evlenebilir gibi bulduğu debdebeli günler yaşadı. O sıralar, Lisbeth eski Fransız romanlarının gönül çekici esmeri olmuştu. Delici bir bakışı, yeşilimsi esmer renkli teni, kamış gibi kıvrak endamı, mütekait bir binbaşıyı baştan çıkarabilirdi lakin kendisinin de gülerek söylediği gibi kendi kendine hayran olmakla yetindi. Esasen, maddi sıkıntıları bertaraf ettikten sonra hayatını mesut bulmakta karar kıldı çünkü sabahtan akşama kadar çalıştıktan sonra, her gün şehirde akşam yemeğine giderdi. Ona, ancak öğle yemeğiyle ev kirasını kayırmak kalırdı. Sonra, giydirip kuşatıyorlar; şeker, kahve, şarap vesaire gibi kabul edilebilir yiyecek ve içeceklerden de bol bol veriyorlardı.
1887’de masrafları yarı yarıya Hulot ailesiyle amcası Fischer tarafından ödenmiş yirmi yedi yıllık bir hayattan sonra, bir baltaya sap olmaktan umudunu kesen Kuzin Bette, kendini işin oluruna bıraktı; kıymetine sahip olmasına ve izzetinefis ızdıraplarını bertaraf etmesine imkân veren teklifsizliği tercih ederek büyük ziyafetlere gitmekten vazgeçmişti. Her yerde, General Hulot’nun evinde, Crevel’in evinde, genç Hulot’nun evinde, tekrar barıştığı ve bu barışmayı kutladığı Ponsların halefi Rivet’nin evinde, Adeline’in evinde ailedenmiş gibi idi. Nihayet, her yerde hizmetçilere ara sıra küçük bahşişler vererek, salona girmeden önce hemen daima onlarla bir müddet konuşarak gönüllerini almasını bilirdi. Onu avamla doğrudan doğruya bir seviyede bulundurmaya yarayan bu laubalilik, ihtiyar kıza asalaklar için pek gerekli olan madun hayranlığını kazandırmıştı. “İyi ve cesur bir kız!” sözleri herkesin onun hakkında söylediği şeylerdi. Üstüne düşülmediği zaman hudutsuz olan hatırşinaslığı, esasen yapmacık safdilliği gibi vaziyetin bir icabı idi. Nihayet, yaşayışının başkalarına tabi olduğunu görerek hayatı anlamıştı. Herkesin hoşuna gitmek istediğinden dolayı da aldatıcı bin türlü hilekârlıkla sempatik göründüğü delikanlılarla birlikte güler, arzularını keşif ve cezbeder, onların hislerine tercüman olur, onlara bir sırdaş gibi görünürdü. Çünkü bunları azarlamak hakkına malik değildi. Sır saklayıcılığı ona aklı başında kimselerin de sırdaşlığını kazandırmıştı çünkü o da Ninon gibi birtakım erkek vasıflarına sahipti. Umumiyetle sırlar yükseklerden ziyade aşağılarda dolaşır; insan gizli işlerde kendinden yüksek olanlardan çok, aşağı olanları kullanır; onlar gizli düşüncelerimizin suç ortağı olurlar, bunların müzakeresine şahitlik ederler. Richelieu Bakanlar Meclisine girdiği zaman, artık gayesine ulaştığına kanaat getirirmiş. Herkes bu kızı o kadar kendisine tabi sanırdı ki bu yüzden o mutlak bir ağzı sıkılığa mahkûm olmuş gibiydi. Kuzin kendine “ailenin günah çıkartma kürsüsü” adını vermişti. Kendisinden küçük olmasına rağmen, daha güçlü kuvvetli olan Bette’in çocukluğunda kötü muamelelerine uğramış olan Barones, yalnız ona karşı bir nevi emniyetsizlik besliyordu. Hem sonra o, hayâ saikasıyla eve ait kederlerini ancak Tanrı’ya emanet ederdi.
Barones’in evindeki kemirilmiş koltuklar, kararmış kumaşlar, delik deşik ipekliler üzerinde yazılı sefaleti, sonradan görme ıtriyat taciri gibi fark edemeyen Kuzin Bette’in gözünde bu evin bütün şaşaasını hâlâ muhafaza ettiğini burada kaydetmeye lüzum vardır. Etrafımızı saran mobilyalar da bizimle birlikte mukadderatımızı yaşarlar. Kendini Baron misali her gün baştan ayağa süzenler başkaları başımızda kırçıla dönmüş saçlar, alnımızda çatal çatal çizgiler, karnımızda koskocaman bir kabak gördükleri hâlde, kendilerini az değişmiş ve hâlâ genç sanırlar. Kuzin Bette’e göre, imparatorluk zaferlerinin donanma ışığı ile aydınlanan bu odalar her zaman nur saçardı.
Zamanla Kuzin Bette, oldukça acayip ihtiyar kız huysuzlukları kazanmıştı. Kendisi modaya uyacak yerde moda onun alışkanlıklarına uysun isterdi, onun için de daima modası geçmiş fantezilerine boyun eğdi. Barones ona yeni bir şapka, günün zevkine göre biçilmiş herhangi bir elbise verdi mi Kuzin Bette hemen evinde her şeyi kendi biçimine uydurur, bunları imparatorluk modalarından, eski Lorenli elbiselerinden birine uydurarak berbat ediverirdi. Otuz franklık şapka yırtık pırtık bir şeye, elbise de bir paçavraya dönüverirdi. Bette’in bu hususta dişi bir katır inadı vardı; yalnız kendi hoşuna gitmek ister, hem böyle kendisini dilber sanırdı. Oysaki onu baştan ayağa kadar ihtiyar kız yapan şeyle ahenkli olan bu kendine uydurma, onu o derece gülünç ederdi ki iyi niyetine rağmen hiç kimse kuzini ziyafet akşamlarında salonuna kabul edemezdi.
Baron kendisine dört defa koca bulmuştu (dairesinde bir memur, bir binbaşı, bir erzak müteahhidi, mütekait bir yüzbaşı); kendisini bir sırmakeşe teslim etmeyen -ki bu sırmakeş sonra zengin olmuştur- bu serkeş, kaprisli, başıboş ruh, bu kızın anlaşılmaz vahşiliği, Baron’un ona gülerek taktığı “Keçi” lakabını hak etmişti. Lakin bu lakap, sathi acayiplikleri, cemiyet hâlinde iken hepimizin yekdiğerimize nazaran gösterdiğimiz tenevvülere karşılık veriyordu. Köylü sınıfının yırtıcı tarafını temsil eden bu kıza yakından bakılınca onun, kuzininin burnunu koparmak isteyen, aklı başında olmamış olsa belki de onu gittikçe şiddeti artan bir kıskançlık feveranı anında öldürecek aynı çocuk olduğu görülürdü. Dünya ve kanun bilgisiyledir ki köylüleri, tıpkı vahşiler gibi, kuvveden fiile geçiren o tabii sürate ancak cemiyeti ve kanunları öğrenmiş olması sayesinde gem vurabiliyordu. Tabiat insanını medeni insandan ayıran bütün fark belki buna inhisar ediyordur. Vahşinin yalnız birtakım hisleri vardır, medeni insanın da birtakım fikirleri ve hisleri… Bu sebeple vahşilerin dimağı biraz müteessir oldu mu o zaman tamamen yüreğini saran hisse kendini bırakır; oysaki medeni insanda fikirler kalbe inerek şeklini değiştirir. Beriki binlerce menfaate, binlerce fikre bağlıdır; oysaki vahşi, ancak bir tek ve aynı fikri kabul eder. Bu, çocuğun ebeveynine bir lahzalık üstün gelme sebebidir, tatmin edilmiş arzu ile sona erer; oysaki tabiatın komşusu insanda bu sebep devamlıdır. Kuzin Bette, biraz hain olan vahşi Lorenli halkta sanıldığından daha fazla müşterek, halkın ihtilaller esnasındaki gidişatını izah edebilen o alt tabaka karakterine dâhildir.
Bu roman başladığı sıralarda, şayet Kuzin Bette’in modaya göre giyinmeye gönlü razı, Parisli kadınlar gibi her yeni modaya uymuş olsaydı ele güne karşı çıkarılabilirdi ama baston dikliğini yine de muhafaza etmişti. Zarafetsiz kadının Paris’te katiyen yeri yoktur. Kuzin Bette’i Giotto’nun tek bir figürü kılan kara saçlar, güzel kaskatı gözler, yüz çizgilerinin sertliği, tenin Kalabriyalı kuruluğu ki gerçekten Parisli bir kadın bunlardan istifade ederdi. Bilhassa acayip kılık kıyafeti ona öylesine garip bir manzara verirdi ki bazen küçük Savoyardlar tarafından kadın giyim kuşamında gezdirilen maymunlara benzerdi. Yaşadığı aile bağlarıyla bağlı olduğu evlerde pek tanındığından, içtimai tekâmüllerini bu muhite hasrettiğinden, kendi mahrumiyetini sevdiğinden ötürü garabetleri artık kimseyi şaşırtmıyor, dışarıda, herkesin ancak güzel kadınlara baktığı sokağın engin Parisli kaynaşması içinde kaybolup gidiyordu.
Hortense’ın gülüşleri şu anda Kuzin Bette’in inadına galebe çalan bir zaferden doğmuştu, biraz önce onun ağzından üç yıldır rica edilen bir itirafı koparmıştı. Bir ihtiyar kız ne kadar sır vermez olursa olsun, onda daima söz perhizini bozduracak bir his mevcuttur: O da kibir! Üç yıldan beridir, tecessüsü pek artmış olan Hortense, esasen tam bir masumiyet kokusu taşıyan birtakım sorgularla Kuzin Bette’e hücum ediyordu, onun niçin evlenmediğini öğrenmek istiyordu. Reddedilen beş talip hikâyesini bilen Hortense küçük bir romans kurmuş, Kuzin Bette’in gönlünde bir ihtiras var sanmış, bundan da bir şakalaşma harbi çıkarmıştı. Hortense kendisinden ve kuzininden söz ederken, “Siz genç