Savaş ve Barış II. Cilt. Лев ТолстойЧитать онлайн книгу.
“İçeriye toplantıya gel, beni bekle.”
İmparator çalışma odasına girdi. Ardından Prens Piyotr Mihailoviç Volkonski ve Baron Stein onu izlediler ve kapılar kapandı. Prens Andrey, İmparator’un izni uyarınca Türkiye’de tanıdığı Paulucci’yi izledi ve toplantının yapıldığı salona girdi.
Prens Piyotr Mihailoviç Volkonski, İmparator’un Genelkurmay Başkanlığı görevini yapıyordu. Çalışma odasından çıktı ve elindeki haritaları masanın üzerine yayarak tartışılacak sorunları toplantıdakilere açıkladı. Gerçekten de geceleyin, Fransızların Drissa Kampı’nı çevirdikleri haberi gelmişti. (Daha sonra yalan olduğu anlaşıldı.)
İlk olarak General Armfeldt söz aldı ve karşılaşılan güçlüğü göğüslemek için hiçbir gerekçe gösterilemeyecek yepyeni bir yerde mevzilenmek teklifinde bulundu. (Gerekçe olsa olsa General’in kendisinin de bir görüşe sahip olabileceğini gösterme isteğiydi.) Burası, Petersburg ve Moskova yollarından uzaktı ve görüşüne göre, ordu burada toplanmalı ve düşmanı beklemeliydi. Bu planın Armfeldt tarafından uzun süreden beri düşünülmüş olduğu ve asla cevap vermediği ve şimdi ortaya çıkmış olan sorunları çözmek için değil, bu fırsattan yararlanıp açıklanması için ileri sürüldüğü anlaşılıyordu. Savaşın nasıl bir hâl alacağının bilinmediği zamanlarda ileri sürülen ve herhangi biri kadar iyi olan görüşlerden biriydi bu. Kimi bu görüşe karşı çıktı kimi de savundu. Albay Tolly, İsveçli General’in tasarısını büyük bir hararetle eleştirdi ve yan cebinden çıkardığı notlarla dolu bir defteri okuma izni istedi. Uzun bir açıklama yaparak İsveçli General’inkiyle olduğu gibi Pfuhl’unkiyle de taban tabana zıt bir savaş planı önerdi. Tolly’yi eleştiren Paulucci, içinde bulunulan belirsizlikten ve kapandan (Drissa ordugâhı için söylüyordu bunu.) kurtulmanın biricik çaresi olan kendi savunma ve saldırı planını önerdi. Pfuhl hor gören bir tavırla burnundan soluyup duruyor ve bu tür budalalıkları tartışacak kadar alçalmayacağını gösteriyordu böylece. Tartışmayı yöneten Prens Volkonski, görüşünü açıklamasını isteyince Pfuhl yalnızca şunları söyledi:
“Neden bana soruyorsunuz? General Armfeldt, cephe gerisi açık çok iyi bir savaş durumu önerdi. Ya da bu İtalyan beyefendi, çok iyi bir savaş planı sundu. Bana sorulması gereksiz. Her şeyi, benden daha iyi biliyorsunuz!”
Ama Volkonski kaşlarını çatıp İmparator adına bunu sorduğunu söyleyince Pfuhl hemen kalktı ve birden canlanarak konuşmaya başladı:
“Her şey berbat edildi. Herkes benden daha çok şey biliyor ama şimdi de bana soruluyor, durum nasıl düzelecek diye. Düzelecek bir şey yok! Açıkladığım ilkeleri olduğu gibi uygulamak gerek…” dedi kemikli parmaklarıyla masayı tıkırdatarak. “Güçlük neredeymiş? Saçma bu, Kinderspie.”41
Masaya yaklaşıp parmağını haritaya uzatıp hızla konuşmaya; hiçbir durumun Drissa ordugâhının değerini azaltamayacağını, her şeyin önceden hesaplanmış olduğunu, bir çevirme hareketi yapacak olursa düşmanın mutlaka yok edileceğini ileri sürmeye başladı.
Almanca bilmeyen Paulucci, ona Fransızca sorular sordu. Woltzogen, Fransızcayı kötü konuşan şefinin imdadına koştu;
olup biten her şeyin ve olabilecek olanların tümünün planda öngörülmüş olduğunu, ortaya çıkan aksaklıkların her şeyin gerektiği gibi uygulanmamasından doğduğunu ispatlamaya çalışan Pfuhl’un söylediklerine zorla yetişerek onları çevirmeye başladı. Pfuhl, alaylı alaylı gülümseyip duruyor ve anlatıyordu. Sonunda, küçümseyen bir tavırla ispatlamaya çalışmayı bıraktı. Doğru çözüldüğü kanıtlanmış olan bir problemi, başka yöntemlerle doğrulamaktan vazgeçen bir matematikçi gibiydi. Woltzogen, onun yerine geçerek Pfuhl’un fikirlerini Fransızca açıklamaya girişti. Arada bir “Nicht whar, Excellenz?”42 diye soruyordu.
Çarpışmanın heyecanı içinde kendi tarafındakilere de ateş eden birisi gibi Pfuhl, yardımcısı Woltzogen’e de çıkıştı:
“Nun ja, was soll denn da noch expliziert werden?”43
Paulucci ve Michaux, ikisi birden Fransızca konuşarak saldırıyorlardı Woltzogen’e. Armfeldt, Pfuhl’a Almanca hitap ediyordu. Tolly her şeyi Rusça olarak açıklıyordu Prens Volkonski’ye. Prens Andrey, sesini çıkarmadan dinliyor ve gözlüyordu bunları.
Bu adamlar arasında Prens Andrey’in en fazla yakınlık duyduğu kimse; öfkeli, kararlı ve kendisinden delice emin olan Pfuhl’du. Aralarında yalnızca o, kendisi için herhangi bir şey istemiyor ve kimseye kişisel düşmanlık duymuyordu. Tek bir şey istiyordu o: Üzerinde yıllarca çalıştığı bir kuramın sonucu olan planını uygulatmak. Gülünç ve alaycılığı tatsız bir kimseydi ama düşüncelerine bütün varlığıyla bağlı oluşu ister istemez saygı uyandırıyordu. Ayrıca Pfuhl dışında, bütün ötekilerin söylediklerinde, 1805 Savaş Kurultayında görülmeyen bir ortak özellik vardı: Napolyon’un dehasından duydukları ve saklamaya çalıştıkları panik uyandırıcı bir korkuydu bu. İtirazlarının her birinde kendini gösteriyordu bu korku. Onun her şeyi yapabileceği kabul ediliyor, aynı anda her yandan boy göstermesi bekleniyor, birinin teklifi çürütülmek istendiğinde onun korkunç adından yararlanılıyordu. Yalnızca Pfuhl, kuramına karşı çıkanların tümü gibi Napolyon’u da bir barbar olarak görür gibiydi. Ama Pfuhl, saygının yanı sıra, acıma da uyandırıyordu Prens Andrey’de. Saray mensuplarının ona davranışları, Paulucci’nin İmparator’a söyleme cesaretini gösterdiği sözler ve özellikle Pfuhl’un kendisinde gözlenen bir çeşit umutsuz şiddet, yakında gözden düşeceğini hem başkalarının hem de kendisinin bildiğini gösteriyordu. Kendine güvenine ve Almanvari alaycılığına rağmen şakaklarda düz taranmış ama ensede dikilmiş saçlarıyla acıma uyandırıyordu. Sinirli ve küçümseyici dış görünüşü altında; kuramını, çok büyük bir ölçüde ispatlamak ve doğruluğunu tüm dünyaya göstermek için yakalamış olduğu bu biricik fırsatı elinden kaçırmak üzere olduğunu görüp umutsuzluğa düştüğü belliydi.
Tartışmalar uzun sürdü; uzadıkça haykırmalara ve kişisel suçlamalara kadar vardı ve söylenenlerden genel bir sonuç çıkarma imkânı gittikçe kayboldu. Çeşitli dillerde yapılan bu tartışmaları, varsayımları, planları, karşı çıkmaları ve haykırışları dinleyen Prens Andrey; söylenenlere şaşırmaktan başka bir tepki gösteremiyordu. Askerlik hayatı boyunca sık sık ve eskiden beri aklına takılan bir savaş bilimi olmadığı ve bundan dolayı “askerî deha” denen şeyin de olamayacağı düşüncesi, şimdi ona, apaçık bir hakikat olarak görünüyordu. Şartları ve durumları bilinmeyen ve belirlenemeyen etkileyici güçlerinin belirlenmesi de daha az mümkün olan bir işte bir kuram ve bilim söz konusu olabilir miydi? Ordumuzun ve düşmanın durumunun yarın ne olacağını kimse bilemezdi, şu ya da bu birliğin gücünü de kimse kestiremezdi. Kimi zaman, ilk saflarda bulunan ve “Mahvolduk!” diye bağıran, kaçan bir ödleğin yerine coşkulu ve yürekli bir asker “Hurra!” diye bağırdığında beş bin kişilik bir birlik, Schoengraben’de görüldüğü gibi otuz bin askere bedel olurdu ve kimi zaman Austerlitz’deki gibi elli bin kişi, sekiz bin kişinin önünden kaçabilirdi. Bütün pratik sorunlarda olduğu gibi, hiçbir şeyin önceden kestirilemediği ve her şeyin, ne zaman gerçekleşeceğini kimsenin bilmediği bir anda önemleri belli olan sayısız koşula bağlı olduğu bir işte bilim söz konusu olabilir miydi? Armfeldt, ordumuzun irtibatının kesildiğini söylerken Paulucci, Fransız ordusunu iki ateş arasında bıraktığımızı ileri sürüyordu; Michaux, Drisse ordugâhının kusurunun arkasında ırmak bulunmasından ileri geldiğini, Pfuhl ise bu durumun ordugâhın kuvvetli yanı olduğunu savunuyordu. Tolly bir plan teklif ediyor, Armfeldt bir başka plan
41
“Çocuk oyuncağı.”
42
“Öyle değil mi Ekselans?”
43
“Tabii, açıklanacak ne var bunda?”