Savaş ve Barış II. Cilt. Лев ТолстойЧитать онлайн книгу.
Avrupa’da böyle bir şey yok…” diye cevap verdi Napolyon.
“Özür dilerim Majestelerinden ama Rusya’nın yanı sıra İspanya var; kiliseler ve manastırlar, orada da aynı ölçüde çoktur.”
Fransızların İspanya’daki son yenilgisine telmih olan bu sözler, kendisi anlattığı zaman Aleksandr’ın sarayında çok beğenilmiş ama sessizce geçiştirildiği Napolyon’un masasında ilgi uyandırmamıştı.
Sayın mareşallerin ilgisizlik ve şaşkınlık okunan yüzlerinden, Balaşef’in ses tonuyla belirginleştirdiği bu sözün iğneleyici yanının neresi olduğunu kendilerine sordukları belli oluyordu. Yüzleri, “Bu sözlerde bir incelik varsa bile anlayamadık ve hiç de esprili değil bunlar.” der gibiydi. Balaşef’in cevabı o kadar önemsenmedi ki Napolyon dikkat bile etmedi ona ve Moskova’ya doğrudan giden yolun hangi kentlerden geçtiğini safça sordu. Yemek boyunca diken üzerinde oturan Balaşef, “Comme tout ehemin mène à Rome, tout chemin mène à Moscou…”27 dedi.
Birçok yol olduğunu, bunlardan birinin Poltava’dan geçen ve XI. Charles’ın seçtiği yol olduğunu söyledi ve taşı gediğine koymuş olmanın verdiği hoşnutlukla yüzünün kızarmasını engelleyemedi. Ama henüz “Poltava” demişti ki Caulaincourt, Petersburg-Moskova yolunun kötülüğünden söz etmeye, Petersburg anılarını anlatmaya koyuldu.
Yemekten sonra, kahve içmek için Napolyon’un çalışma odasına geçtiler; burası dört gün önce Aleksandr’ın çalışma odasıydı. Napolyon oturdu, Sevres fincanı içindeki kahvesini hafifçe kımıldatarak Balaşef’e, yanında bir yer işaret etti.
İnsanda öğle yemeği sonrasında duyulan malum bir keyif vardır ki onu kendisinden memnun olmaya, herkesi dost saymaya makul bütün sebeplerden daha kuvvetli zorlar. Napolyon da bu ruh hâli içindeydi. Kendisine tapan insanlarla çevrili olduğunu sanıyordu. Masasında yemek yedikten sonra Balaşef’in de kendi dostu ve hayranı olduğundan şüphe duymuyordu. Tatlı ve hafifçe şakacı bir tebessümle Balaşef’e döndü.
“İmparator Aleksandr’ın odasıymış burası, öyle dediler. Garip değil mi General?” dedi.
Aleksandr’dan daha üstün olduğunu gösteren bir delil olduğu için bu sözü Balaşef’in hoşuna gideceğini bilerek söyler gibiydi.
Balaşef, buna bir karşılık bulamadı ve başını öne eğdi.
“Evet, dört gün önce Wintzingerode ve Stein danışma hâlindeydiler bu odada…” diye devam etti Napolyon, aynı alaycı ve kendinden emin tebessümle. “İmparator Aleksandr’ın, çevresine benim düşmanlarımı toplamasını aklım almıyor. Bunu anlayamıyorum… Benim de aynı şeyi yapabileceğimi düşünmedi mi?”
Bunu hatırlaması, henüz izleri silinmemiş olan sabahki öfkesini yeniden duymasına yol açmıştı şüphesiz.
“Bunu yapacağımdan şüphesi olmasın…” dedi ayağa kalkarak ve kahve fincanını iterek. “Almanya’dan bütün akrabalarını kovacağım; Wurtembergleri, Badeleri, Weimarları… Evet, kovacağım onları. Onlara sığınacak yer arasın Rusya’da!”
Balaşef, ayrılmak istediğini davranışıyla göstermek isteyerek başını önüne eğdi. Başka bir şey yapamadığı için söylenenleri dinliyordu. Napolyon, onun bu davranışını fark edemedi; karşısındakine, sanki düşmanın elçisi değil de şimdi kendisine bütün varlığıyla bağlanmış olan ve eski efendisinin küçük düşürülmesinden memnuniyet duyan bir kimseymiş gibi hitap ediyordu:
“Ordularının komutasını niçin üzerine aldı İmparator Aleksandr? Neye yarar bu? Savaş benim mesleğimdir, onunki hüküm sürmektir, birliklere komuta etmek değil. Böyle bir sorumluluğu niçin üzerine aldı?”
Napolyon, enfiye kutusunu yeniden çıkardı; odada, konuşmadan birkaç adım attı ve beklenmedik bir şekilde Balaşef’e yaklaştı. Hafif bir gülümsemeyle ve onun için sadece önemli değil aynı zamanda hoş bir iş yapıyormuş gibi kendinden emin, çabuk ve basit bir hareketle elini bu kırklık Rus Generali’nin yüzüne doğru kaldırdı, kulağını tuttu, yalnız dudaklarıyla gülümseyerek hafifçe çekti.
Avoir l’oreille tirée par l’empereur,28 en yüce onurlandırma ve iltifat sayılırdı Fransız sarayında.
“Eh bien, vous ne dites rien, admirateur et courtisan de l’Empereur Alexandre?”29 dedi.
Kendi yanında, kendisinden -Napolyon’dan- başkası için courtisan ve admirateur olabilmeyi, komik bir şey olarak görüyor gibiydi.
Balaşef’in selamına başını hafifçe öne eğerek cevap verirken “General için atlar hazırlatıldı mı?” diye ekledi.
“Benimkilerden verin, uzun bir yol var önünde…”
Balaşef’in götürdüğü, Napolyon’un Aleksandr’a yazdığı son mektup oldu. Yapılan konuşmanın bütün ayrıntıları Rusya İmparatoru’na aktarıldı ve savaş başladı.
VIII
Piyer’le Moskova’da yaptığı görüşmeden sonra Prens Andrey; ailesine, işleri için gittiğini söyleyerek ama gerçekte Prens Anatol Kuragin’i bulmak ve onunla hesaplaşmak için Petersburg’dan ayrılmıştı. Piyer, Prens Andrey’in kendisini aradığı konusunda kayınbiraderini uyarmıştı. Anatol Kuragin, Savunma Bakanlığından hemen bir görev almış ve Moldava ordusuna katılmıştı. Petersburg’da kaldığı sırada, Prens Andrey; kendisine her zaman yakınlık gösteren eski generali Kutuzof’la karşılaşmış ve Yaşlı General Kuzutof, başkomutanlığına getirildiği Moldava ordusuna beraber gelmesi için Prens’e teklifte bulunmuştu. Prens Andrey de genelkurmayda görev alıp Türkiye’ye gitti.
Kuragin’i yazıyla düelloya davet etmeyi uygun bulmuyordu Prens. Yeni bir bahane olmazsa böyle bir davranışın, Kontes Rostova’nın onurunu zedeleyebileceğini düşünüyordu. Bundan ötürü, düello için yeni bir bahane bulabileceği umuduyla Kuragin’le yüz yüze gelmek istiyordu. Ama gelişinden biraz önce Rusya’ya dönmüş olan Kuragin’le, Türkiye ordusunda da karşılaşamadı. Bu yeni ülkede ve yeni hayat şartları içinde kendisini daha rahat hissetti. Herkesten titizlikle sakladığı için kendisine daha da ağır gelmiş olan nişanlısının ihanetinin darbesinden sonra, mutluluk duyduğu hayat şartları ona çekilmez gelmeye başlamıştı ve bir zamanlar kendisi için çok değerli özgürlük ve bağımsızlık da daha dayanılmaz bir şey olmuştu. Austerlitz savaş alanında ilk olarak zihninde doğan, Piyer’in karşısında geliştirmekten hoşlandığı ve önce Boguçorovo’da, sonra İsviçre’de ve Roma’da yalnızlığını gideren düşüncelere kendisini bırakmak şöyle dursun; önünde sonsuz ve ışıklı ufuklar açan bu fikirleri hatırlamak bile istemiyordu. Şimdi yalnızca, eski uğraşılarıyla ilgisi olmayan günlük ve pratik sorunlar ilgilendiriyordu onu ve eski uğraşıları artık uzaklarda kaldığı için yenilerine daha da hırsla sarılıyordu. Sanki bir zamanlar üzerindeki o sonsuz gökyüzü, ağırlığı altında ezildiği ve içinde her şeyin apaçık, öncesiz, sonrasız ve sırlı olmadığı alçak ve sınırlı bir kubbeye dönüşmüştü.
Yapabileceği şeyler arasında askerlik, en basiti ve en iyi bildiğiydi. Kutuzof’un karargâhında general yaver olarak görevini büyük bir bağlılık ve titizlikle yapıyor; çalışmaktan aldığı tat ve dakikliği, komutanını şaşırtıyordu. Kuragin’i Türkiye’de bulamayan Prens Andrey, onu izleyerek Rusya’ya kadar gitmeyi gerekli görmedi. Ama aradan zaman geçmesine, Kuragin’i küçümsemesine ve onunla karşılaşacak kadar küçülmemek için ortadaki bütün nedenlere rağmen karşısında onu bulunca aç bir insanın
27
“Bütün yollar Roma’ya çıktığı gibi bütün yollar Moskova’ya da çıkar…”
28
Kulağı hükümdar tarafından çekilmek.
29
“Eee, İmparator Aleksandr hayranı ve yakını, bir şey söylemiyorsunuz?”