Kipling’den Sevilen Çocuk Hikâyeleri. Редьярд Джозеф КиплингЧитать онлайн книгу.
sallamış sallamış, sonra içini kuru, bayat ve yanık kek kırıntılarıyla doldurmuş. Ondan sonra da palmiye ağacının tepesine çıkıp Gergedan’ın denizden çıkıp giyinmesini beklemiş.
Gergedan tam da onun beklediği gibi davranmış. Denizden çıkınca derisini giymiş, üç düğmesini iliklemiş ve nasıl ki yatağımıza dökülen kek kırıntıları bizi gıdıklar, işte o da öyle gıdıklanmaya başlamış. Kaşınmış kaşınmış; ama kaşındıkça kırıntılar daha da çok batmış. Kumların üzerinde yuvarlanmaya başlamış, yuvarlanmış yuvarlamış; ama kırıntılar daha da çok kaşındırmış. Koşmuş, palmiye ağacının gövdesine sürtünmeye başlamış. Ama o kadar çok sürtünmüş ki derisi omuzlarından sarkmış, eskiden göbeğinin altında duran düğmelerin olduğu yerde büzüşmüş ve düğmeleri kopmuş. Bacaklarındaki deri bile bollaşmış. Gergedan bu duruma çok sinirlenmiş; ama bir türlü kek kırıntılarından ve kaşıntıdan kurtulamamış. Sürekli kaşınıyor ve gıdıklanıyormuş. Sonunda öfkeli bir şekilde, kaşına kaşına evinin yolunu tutmuş. İşte o günden beri bütün gergedanların derileri kek kırıntıları yüzünden kaşınmaktan boğum boğum ve kat kattır. Bu yüzden de hepsi öfkeli ve aksidirler.
Bu arada Zerdüşt de palmiye ağacından inmiş, güneş ışıklarını Doğu’nun ihtişamıyla yansıtan şapkasıyla, fırınını, bıçağını ve neyi varsa toplamış ve daha fazla insanın yaşadığı kalabalık yerlere doğru yol almış.
Açıklarındadır Guardafui Burnu’nun,
Civarındadır Socotra sahilinin,
Yakınlarındadır Pembe Arap Denizi’nin,
Sıcaktır oralar,
İkimiz için,
P.&O.’nun güvertesinde, gitmek o bölgeye,
Zerdüşt’e ve kekine bakmak için.
LEOPAR’IN BENEKLERİ NASIL OLUŞTU?
Bir varmış bir yokmuş. Bir zamanlar, Yüksek Sahra denilen bir yerde, bütün hayvanların açık renkli olduğu günlerde, bir Leopar yaşarmış. Ama orası, Alçak Sahra, Çalılıklı Sahra ya da Kuru Sahra gibi değilmiş; kum sarısı kayalıkları ve saman sarısı kuru otları olan, çıplak, sıcak ve parlak Yüksek Sahra’ymış. Leopar’ın dışında, Zürafa, Zebra, Boğa Antilobu, Kudu ve Benekli Antilop da orada yaşıyorlarmış. Hepsi kahverengi ve saman sarısı renktelermiş.
Ama Leopar’ın rengi hepsinden daha parlak ve değişik bir saman sarısıymış. Gümüş-sarı karışımı bir kediye benziyormuş ve kürkünün her bir tüyü Yüksek Sahra’nın saman sarısı kahverengi tonuyla çok uyumluymuş. Bu durum Zürafa’yı, Zebra’yı ve diğer hayvanları çok üzüyormuş; çünkü Leopar kum sarısı ve kahverengi bir kayanın ya da çalılığın dibine pusu kurarmış; oradan geçen Zürafa’yı, Zebra’yı, Boğa Antilobu’nu, Kudu’yu, Çalı Antilobu’nu ya da Beyaz Yüzlü Antilop’u, saklandığı yerden fırlayıp öyle bir korkuturmuş ki zavallı hayvancıkların yürekleri ağızlarına gelirmiş.
Ayrıca Yüksek Sahra’da gri-kahve ve sarı renkli, oku ve yayı omzunda gezen bir Etiyopyalı da yaşarmış. Bu Etiyopyalı ile Leopar beraber avlanırlarmış. Etiyopyalı okunu ve yayını, Leopar da pençelerini kullanırmış bunun için. Bu ikisi yüzünden Zürafa, Zebra, Boğa Antilobu, Kudu, Yaban Eşeği ve diğer hayvanlar nereye kaçacaklarını şaşırırlarmış, bir tanem. Korkudan akılları başlarından gidermiş.
Aradan çok uzun zaman geçmiş -o zamanlar herkes ve her şey çok uzun yıllar yaşarmış- Yüksek Sahra’daki hayvanların hepsi, Leopar ve Etiyopyalıya benzeyen her şeyden kaçmaya ve hatta oraları terk etmeye karar vermişler. En başta uzun bacaklı Zürafa gidiyormuş. Derken günlerce yürümüşler, yürümüşler ve bir ormana varmışlar. Bu ormanda değişik ağaçlar, çalılıklar, sarmaşıklar varmış ve boy boy, alacalı bulacalı yaprakları gölgelendiriyormuş her yeri. Hayvanlar bu ormana saklanmaya karar vermişler. Aradan tekrar uzun uzun zaman geçmiş ve bir güneşin altında, bir gölgede durmaktan ağaç yapraklarının alacalı gölgeleri hayvanların renklerini değiştirmeye başlamış. Zürafa’nın üzerinde büyük lekeler, Zebra’nın üzerinde çizgiler, Boğa Antilobu ile Kudu’nun sırtlarında da ağaç kabukları gibi dalgalı, kırçıl hatlar oluşmuş. Artık sesleri duyulabiliyor, kokuları alınabiliyormuş; ama onları görmek mümkün değilmiş. Bunun için nereye bakman gerektiğini iyi bilmen gerekiyormuş. Bu şekilde gölgeli ve alacalı ormanda mutlu mesut yaşarlarken Etiyopyalı’yla Leopar, gri-sarıboz renkteki Yüksek Sahra’da bir oraya bir buraya koşturup kahvaltı, öğlen ve akşam yemeklerini arıyorlarmış. Artık o kadar acıkmışlar ki sıçanları, böcekleri ve kaya tavşanlarını yemişler, sonra da karınları ağrımaya başlamış. Tam o sırada Baviyan adında köpek kafalı, havlayan bir Babun’la karşılaşmışlar. Bu Babun güya Güney Afrika’nın en bilge hayvanıymış.
“Avladığımız hayvanlar nereye gittiler?” diye sormuş Leopar.
Baviyan göz kırpmış. Cevabı biliyormuş.
Ardından Etiyopyalı sormuş Baviyan’a: “Bana yerli Fauna’nın şu an nerede yaşadığını söyleyebilir misiniz acaba?” (Aslında bu, Leopar’ın sorusuyla aynı anlama geliyormuş; ama Etiyopyalı bir yetişkin olduğu için hep böyle cümleler kurmayı tercih ediyormuş.)
Baviyan yine göz kırpmış. Cevabı biliyormuş.
Leopar’a şöyle cevap vermiş: “Senin avların başka noktalara gittiler. Sana tavsiyem sen de başka noktalara git Leopar kardeş.”
Etiyopyalı lafa karışmış: “İyi de ben yerli Fauna’nın nereye göç ettiğini öğrenmek istiyorum.” demiş.
Baviyan ona da şöyle cevap vermiş: “Yerli Fauna, yerli Flora’ya gitti; çünkü artık bir değişiklik yapmaya ihtiyacı vardı. Sana tavsiyem, senin de en kısa zamanda değişmendir Etiyopyalı kardeş.”
Leopar ve Etiyopyalı’nın kafası karışmış karışmasına, ama yine de hemen yerli Flora’yı bulmak için yola çıkmışlar. Gitmişler, gitmişler ve en sonunda gölgelerle dalga dalga, benekli, alacalı bulacalı, çizikli mizikli, dallarla yapraklarla, yüksek ve büyük ağaçlarla dolu bir ormana varmışlar (Eğer bu cümleyi yüksek sesle okursan ormanın nasıl da gölgeli olduğunu anlarsın.).
“Bu kadar karanlık ve aynı zamanda ışıklı olan bu yer de neresi böyle?” böyle demiş Leopar.
“Bilmiyorum; ama herhâlde yerli Flora burası. Zürafa’nın kokusunu alabiliyorum, sesini duyabiliyorum; ama onu göremiyorum.” demiş Etiyopyalı.
“Çok acayip!” demiş Leopar. “Herhâlde parlak güneş ışığından karanlık ormana girdiğimiz için gözlerimiz görmez oldu. Ben de Zebra’nın kokusunu alabiliyorum, sesini duyabiliyorum; ama onu göremiyorum.”
“Bir dakika!” demiş Etiyopyalı. “Onları en son avladığımız günden bu yana çok zaman geçti. Neye benzediklerini unuttuk bence.”
“Hayır…” demiş Leopar. “Ben onların Yüksek Sahra’daki hâllerini çok iyi hatırlıyorum, özellikle de ilikli kemiklerini! Zürafa beş metre boyunda, tepeden tırnağa kirli altın sarısı renkte; Zebra ise dört buçuk metre boyunda ve tepeden tırnağa kahverengi-bej renktedir.”
“Hmm…” demiş Etiyopyalı; bir yandan da alacalı bulacalı yerli Flora ormanı dikkatle inceliyormuş. “Eğer söylediğin gibi olsalardı bu karanlık ormanda, loş ışıklı