Mister Pickwick'in Maceraları I. Cilt. Чарльз ДиккенсЧитать онлайн книгу.
tutulmamıştı ve bu düşüncelerle kalbi neredeyse duracak ve dayanamayacak gibi oldu. Kiliseye girdi. Akşam vaazı bitmişti ve cemaat dağılmıştı ama kilise henüz kapanmamıştı. Adımları alçak binada derin bir sesle yankılanınca neredeyse yalnız olmaktan ürktü zira içerisi o kadar sakin ve sessizdi ki. Etrafına baktı. Hiçbir şey değişmemişti. Mekân eskisinden daha küçük görünüyordu ama çocukluk merakıyla belki de binlerce kez baktığı anıtlar, solmuş yastığıyla ufak vaiz kürsüsü; çocukken saygı gösterdiği ancak adam olunca unuttuğu On Emir’i önünde sıklıkla tekrarladığı cemaat masası. Eskiden oturduğu yere yaklaştı, soğuk ve ıssız görünüyordu. Yastık kaldırılmıştı ve İncil orada değildi. Belki de annesinin oturduğu yer değişmişti ya da belki de zayıf düşmüştü ve kiliseye tek başına gelemiyordu. Aklına gelenin başına gelmesinden korkuyordu. İçine bir ürperti geldi ve arkasını dönerken şiddetli biçimde titredi. Kilise verandasına ulaştığında yaşlı bir adam içeri girmekteydi. Edmunds adamı çok iyi tandığından irkildi, onu defalarca kilisede mezar kazarken görmüştü. Geri dönen mahkûma ne derdi?”
“Yaşlı adam bakışlarını yabancının yüzüne kaldırdı ve ona “iyi akşamlar.” dedikten sonra yürümeye devam etti. Kim olduğunu unutmuştu.”
“Adam tepeden gerisin geriye inip köyde yürümeye başladı. Hava sıcaktı ve insanlar ya kapılarının önüne oturmuş keyif yapıyor ya da yanından geçtiği bahçelerinde yürürken akşamın sakinliğini ve o günlük işin bitmesinin tadını çıkarıyorlardı. Pek çok bakış çevrilmişti ona ve o da iki tarafa birden bakarak kimse onu tanımış mı ya da dışlıyor mu diye anlamaya çalışıyordu. Neredeyse her evde tanımadık yüzler vardı; kimi yüzde hayal meyal eski bir okul arkadaşının yüzünü gördü, onun en son gördüğünde o da çocuktu şimdi etrafı neşeli çocuklardan oluşan bir orduyla çevriliydi kimi evin önünde, kapısının önünde zinde ve sağlıklı işçiler olarak hatırladığı, sallanan sandalyesiyle oturmuş çelimsiz ve hastalıklı yaşlı adamlar gördü ama hepsi onu unutmuştu, o yüzden bilinmeyene doğru yürümeye devam etti.”
“Eski evin önünde, uzun ve yorucu yıllar boyu süren mahkûmiyet ve acı sırasında büyük bir özlemle hatırladığı çocukluk evinin önünde dururken batmakta olan güneşin son narin ışığı da toprağa düşmüş, sarı mısır demetlerine zengin bir parıltı katmış ve ağaçların da gölgelerini uzatmıştı. O zamanlarda çok yüksek bir duvar olarak gördüğü çit alçaktı. Eski bahçeye doğru baktı. Eskisinden daha fazla tohum ve daha fazla renkli çiçek vardı ama ağaçlar hâlâ aynıydı. Güneşin altında oynamaktan sıkıldığı zamanlarda binlerce kez altında yattığı ve çocukluğun yumuşak, ılıman uykusunun onu yavaş yavaş etkisi altına aldığını hissettiği o ağaçtı bir tanesi. Evden sesler geliyordu. Dinledi ama kulağına bir garip geldi bu sesler, onları çıkaramamıştı. Sesler neşeliydi ve zavallı anneciğinin evinin o olmadan neşeli olamayacağını çok iyi biliyordu. Kapı açıldı ve bir grup çocuk bağırarak ve itişip kakışarak dışarı fırladı. Kollarında ufak bir oğlan çocuğuyla baba kapıda belirdi ve diğer çocuklar el çırparak ve eğlencelerine katılsın diye adamı çekiştirerek etrafına doluştular. Mahkûm, bu noktada kaç kez babasından saklandığını düşündü. Kaç kez titrek başını yorganının altına sakladığını, annesinin kötü bir laf ya da kırbacın sesinin ardından duyulan inleyişini ve adamın, o acıyla inleyerek oradan gittikten sonra bile yumruğunun nasıl da sıkılı ve dişlerinin nasıl da vahşi ve ölümcül tutkuyla kenetlenmiş olduğunu hatırladı.”
“Pek çok yorgun senenin bakış açısıyla bakmakta olduğu ve uğruna çok acılar çektiği geri dönüş buydu işte! Ne bir memnun yüz ne bir affedici bakış ne gidilecek bir ev ne yardım için uzanan bir el ki burası eski köyüydü. Ne diye onca sene vahşi, ulaşılmaz ormanlarda, başka kimsesi olmadan acı çekmişti? Bunun için mi?”
“Esaret ve rezalet içinde olduğu uzak diyarlarda memleketini bıraktığı şekilde düşündüğünü ve döndüğünde nasıl olacağının aklına gelmediğini fark etti. Üzücü gerçeklik kalbine bir hançer gibi saplandı ve ruhu âdeta küçüldü. Muhtemelen onu nezaket ve merhametle karşılayacak olan o tek kişiye soru soracak ve kendini tanıtacak cesareti yoktu. Yavaşça yürümeye devam etti, suçlu bir adam gibi yolun en dibine geçerek iyi tanıdığı çalılıklara döndü ve yüzünü elleriyle kapatarak kendini çimenlere attı.”
“Yanında sırtüstü uzanan bir adam olduğunu fark etmemişti. Adam yeni gelene bakış atmak için döndüğünde kıyafetleri hışırdadı ve Edmunds başını kaldırdı.”
“Adam oturur pozisyona geçti. Bedeni çok yıpranmıştı, yüzüyse buruşuk ve sarıydı. Kıyafetlerine bakılırsa sanki ıslahevinden çıkmış gibi görünüyordu: Çok yaşlı bir görüntüsü vardı ancak bunun sebebi daha çok, uzun yıllar sürmüş sefalet ve hastalık gibiydi. Yabancıya dikkatle baktı. Gözleri başta donuk ve yorgun olsa da yabancıya kısa bir bakış attıktan sonra doğal olmayan ışıkla ve endişeli bir ifadeyle parlamaya başlamışlar, neredeyse yuvalarından çıkacak gibi olduklarını fark etti. Edmunds sonunda dizlerinin üstünde doğrulup yaşlı adamın yüzüne gittikçe artan bir ciddiyetle baktı. İkisi de sessizlik içinde birbirlerine bakmaya başladılar.”
“Yaşlı adamın beti benzi atmıştı. Titreyerek doğruldu. Edmunds da ayağa fırladı. Adam birkaç adım geriledi. Edmunds öne bir adım attı.”
“ ‘Konuş bakalım.’ dedi mahkûm, kalın, çatallaşmış bir sesle.
‘Geri bas!’ diye bağırdı yaşlı adam, ürkütücü bir sesle. Mahkûm ona daha da yaklaştı.
‘Geri dur!’ diye ciyakladı yaşlı adam. Korkudan deliye dönmüştü, bastonunu kaldırdı ve Edmunds’un yüzüne sertçe vurdu.
‘Baba, şeytan!’ diye mırıldadı mahkûm, dişlerinin arasından. Delilikle öne atıldı ve yaşlı adamın boğazına yapıştı. Ama bu babasıydı ve kolları çaresizce iki yana düştü.”
“Yaşlı adam, şeytani bir ruhun uluması gibi ıssız tarlalarda yankılanan yüksek bir çığlık attı. Yüzü simsiyah oldu, yalpalayıp düşerken ağzından ve burnundan akan kan çimeni koyu kırmızıya boyadı. Bir damarı patlamıştı ve oğlu onu yerden kaldıramadan ölmüştü. ‘Daha önce sözünü ettiğim kilisenin o köşesinde, bu olaydan sonra üç yıl benim yanımda çalışan, pek çok adamdan daha sağlam, tövbekâr ve alçak gönüllü olan adam gömülüdür.’ dedi yaşlı beyefendi, bir an süren sessizlikten sonra. ‘Yaşadığı sürede benim dışımda kimse kim olduğunu ya da nereden geldiğini bilmedi. O kişi John Edmunds’tu, geri dönen mahkûm.’ ”
Yedinci Bölüm
Mr. Winkle’ın Kaş Yapayım Derken Göz Çıkarması; Dingley Dell Kriket Kulübünün Muggletonlılara Karşı Oynaması ve Muggletonlılara Yemeği Dingley Dell’in Ismarlamasına Ek Olarak Diğer İlginç ve Öğretici Konuların Olduğu Bölüm
Ya günün yorucu maceraları ya da rahibin öyküsünün uyku getirici etkisi Mr. Pickwick’in uykuya yönelik eğilimlerine o kadar güçlü etki etti ki kendisine verilen rahat yatak odasına girdikten sonra beş dakikaya kalmadan derin ve rüyasız bir uykuya daldı ve ancak sabah, güneşin sistematik biçimde odaya dalmasıyla birlikte uyandı. Mr. Pickwick uykucu biri değildi, bu yüzden de çadırından fırlayan ateşli bir savaşçı gibi yataktan kalktı.
“Çok hoş bir arazi.” diye iç çekti coşkulu beyefendi, demir kafesli pencereyi açarken. “Bir kez böylesi bir manzaranın etkisinde kalmış biri bir daha nasıl her gün tuğlalı damlara bakabilir ki? Kim etrafta hiç kümes olmamasına ve kümese en yakın şeyin baca teli olmasına dayanabilir?