Sefiller II. Cilt. Виктор Мари ГюгоЧитать онлайн книгу.
Komşularının yılandan bile kötü canavarlar olduklarını anlaması birkaç saniyesini aldı. “Şu alçakları ezmek gerekiyor!” diye düşündü. Aklına takılan sır iyice karmaşık hâle gelmişti. Parkta rastladığı o güzel kız ve ihtiyar babasıyla ilgili düşünceleri allak bullak olmuştu. Tek anladığı Jondrette’in onları tanımış olması ve adamdan faydalanmak istemesiydi. İhtiyara bir tuzak kuruluyordu ve onlar büyük bir tehlikeyle yüz yüzelerdi. Marius, Jondrette’in tasarılarına engel olmaya karar verdi. Genç adam, bir süre odada tek başına kalan kadına baktı. Kadın ocağın içinden bir şeyler çıkarmaya uğraşıyordu. Onun bir mangalı yaktığını gördü.
Genç adam ses çıkarmamaya çalışarak masanın üstünden indi. Peki ama nasıl davranacaktı? Başı belada olanlara haber ulaştırması ve onların bu virane odaya dönmelerine engel olması gerekiyordu. Bununla birlikte onların yerini bilmiyordu ve sadece kısa süreliğine karşılaşmalarının ardından onları Paris sokaklarında kaybetmişti. Oldukça tehlikeli olmasına karşın altıya kadar dışarıda bekleyerek önceden haber verebilirdi belki. Ama Jondrette’in suç ortakları onu görürlerdi. Onları kurtarmak bir yana, onların mahvolmalarına neden olabilirdi. Marius aklını kaçıracak durumdaydı; akşam saat altıda o iyi kalpli adam, kendisi için hazırlanan tuzağa düşecekti. Hem de ne tuzak! Kim bilir şu katiller ona ne yaparlardı? Yapılacak tek iş vardı. Marius seri bir kararla ceketini giydi, şapkasını başına taktı ve boynuna bir atkı alıp sessizce dışarı çıktı.
Petit-Banquier Sokağı’na saptı. Çok basık bir duvar boyunca yürüyor, kar iyice tuttuğundan ayak sesleri duyulmuyordu. Birden sesler duydu, sağa sola baktı ama kimseyi göremedi. Oysa sesler çok yakından gelmişti. Marius yürüdüğü duvarın arkasına bakmayı düşündü. Kendisine arkalarını dönmüş, sırtlarını duvara vermiş iki serseri gördü. Bunlar baş başa konuşuyorlardı. Marius o iki adamı da tanımıyordu. İçlerinden biri sakallıydı, üzerinde bir önlük vardı; diğeri gür saçlı biriydi, paçavralar içindeydi. Diğerinin başı açıktı, kıvırcık saçlarını kar kaplamıştı. Marius, biraz daha yaklaşıp kulak kesildi. Gür saçlı adam arkadaşını dirsekleyerek:
“Patron-Minette’dekiler işe karışırsa iyi olur.” dedi.
Sakallı o kadar emin görünmüyordu:
“Öyle mi sence?” diye sordu.
Darmadağınık saçlı olan tekrar konuştu:
“Her birimiz için beş yüz frank iyi bir anlaşma. En kötüsü beş ya da altı yıl yatmak. Haydi bilemedin on yıl yeriz.”
Diğeri kafasını kaşıyarak yanıtladı:
“Evet ama yakalanma ihtimalini düşünmeliyiz.”
“Bu işte hiçbir şey yanlış gitmeyecek, inan bana.”
Daha sonra konuyu değiştirdiler ve bir akşam önce tiyatroda izledikleri bir dramdan söz ettiler. Marius yürümeyi sürdürdü ve sonrasında bu korkunç serserilerin konuşmasının Jondrette’in planıyla ilgili olduğunu düşündü. Evet, sözünü ettikleri “iş” kesinlikle bu tuzak olmalıydı. Genç adam Saint-Marceau Mahallesi’ne kadar yürüdü ve önünden geçtiği ilk dükkâna uğrayıp karakolun yerini sordu. Pontoise Sokağı, Numara 14 tarif edildi. Marius oraya koşar adımlarla gitti. Bir fırının önünden geçerken on santime bir somun alıp yedi, akşam yemeğini yiyemeyeceğini biliyordu. Yolda giderken Tanrı’nın kendisi için çizmiş olduğu kadere şükretti. O sabah Jondrettelerin kızına o beş frangı vermese güzel kızla babasının arkasından arabayla gidecek, Jondrettelerin o korkunç tuzaklarından habersiz olacaktı. O zaman hem ihtiyar hem de kızı mahvolacaklardı.
XIV
Polisten Avukata İki Yumruk
Pontoise Sokağı, 14 numaraya vardığında birinci kata çıktı ve polis komiserini sordu. Bir memur, “Polis komiseri burada değil.” dedi. “Ama onun yerini alan bir müfettiş var. Onunla konuşmak ister misiniz? Aceleniz mi var?”
“Evet.” dedi Marius.
Memur kendisini bir odaya aldı. Orada uzun boylu ve iri kıyım biri, bir masanın ardında oturuyordu. Sobaya ellerini uzatan adamın dörtgen bir yüzü, ince dudakları, sert bir ağzı, epey gür ve kırlaşmış favorileri vardı. Adamın gözleri o kadar keskindi ki sanki bu bakışlarla kalbinin içindekileri bile öğrenmek istiyor gibiydi. Adamın güçlü ve sert görünümü Marius’ü ürkütemedi, onu Jondrette kadar tehlikeli bulmadı.
“Ne istiyorsun?” dedi Marius’e, “mösyö” eklemeden.
“Mösyö Komiser ile mi görüşüyorum?”
“O yok. Onun yerine ben buradayım.”
“Konu çok özel.”
“O zaman konuş.”
“Ve çok acil harekete geçilmeli.” “O zaman çabuk konuş.”
Sakin ve aynı zamanda korkunç görünümlü adam, karşısındakini korkutmakla birlikte ona güven de veriyordu. Marius olan biteni anlattı. Tanımadığı birinin tuzağa düşmek üzere olduğunu bildirdi. O kötü adamın oturduğu evin yan odasında bulunduğunu, kendisinin Avukat Marius Pontmercy olduğunu da ekledi. Tuzağı hazırlayan alçak adamın Jondrette isimli ne olduğu bilinmez bir hırsız olduğunu, adamın suç ortaklarının bulunduğunu, birkaç dakika önce Jondrette’in Panchaud isimli bir sabıkalıyla konuştuğunu gördüğünü söyledi. Jondrette’in kızları evin önünde nöbet tutacaklardı. Her şey akşam saat altıda olup bitecekti. Harabenin Hôpital Caddesi, Numara 50-52 adresinde, çok tenha bir yerde olduğunu da belirtti. Bu numarayı söylediğinde Müfettiş başını kaldırdı ve:
“Yani koridorun sonundaki odada mı?” dedi.
“Kesinlikle.” diye yanıtladı Marius ve ekledi: “O evi tanıyor musunuz?”
Müfettiş bir an sessiz kaldı, sonra sobada çizmesinin topuğunu ısıtırken yanıtladı:
“Görünen o ki…” Dişlerinin arasında mırıldanarak ve Marius’ten çok kravatıyla konuşurmuş gibi devam etti:
“Patron-Minette’in bunda parmağı olmalı.”
Bu söz Marius’ü etkiledi.
“Patron-Minette.” dedi. “Aslında bu kelimenin telaffuz edildiğini duydum.”
Ve Müfettiş’e sokak duvarının arkasında, karın üzerindeki uzun saçlı adamla sakallı adam arasındaki diyaloğu tekrarladı.
“Petit-Banquier…” diye mırıldandı Müfettiş.
“Uzun saçlı adam Brujon olmalı ve sakallı olan Demi-Liard, takma adı Deux-Milliards.”
Göz kapaklarını tekrar indirmiş ve düşüncelere dalmıştı.
“Adı neydi, Peder’e gelince sanırım onu tanıyorum. İşte, ceketimi yaktım yine. Bu lanetli sobalarda her zaman çok fazla ateş olur. 50-52 numara. Gorbeau’nün eski mülkü.”
Sonra Marius’e baktı.
“Yalnızca o sakallı ve uzun saçlı adamı mı gördün?”
“Ve Panchaud.”
“Sinsi sinsi dolaşan küçük bir züppe görmedin mi?”
“Hayır.”
“Ya da Jardin des Plantes’daki file benzeyen büyük bir madde yığını?”
“Hayır.”
“Ya da eski bir kızıl kuyruk havasında olan bir serseriyi?”
“Hayır.”
“Dördüncüsüne gelince onu kimse görmüyor; yaverleri, kâtipleri ve çalışanları bile. Onu görmemiş