Sefiller II. Cilt. Виктор Мари ГюгоЧитать онлайн книгу.
atanma kolaylıkları bu dönemde sağlandı. Bourbonlar, kaderlerinin çarkından yeni bir uygarlık yaratmıştı. Bourbonların çöküşü, kendi yönlerinden değil ama ulus yönünden muhteşem bir yücelikle gelişti. Onların silinişleri, tarihe karanlık bir heyecan ekleyen o muhteşem yok oluşlardan değildi. Burada, ne I. Charles’ın görülmeye değer huzuru ne de Napolyon’un kartal gibi keskin görüşleri vardı. Taçlarını bıraktılar ve pırıltısını da ellerinde tutamadan hepsi çekip gitti. Bir bakıma felaketlerinin ihtişamını gösterme olanağını ellerinden kaçırdılar. Cherbourg yolunda X. Charles, yuvarlak bir masayı dörtgen biçiminde kestirirken devrilen krallığından çok, protokole önem verdiğini gösterdi. Bu davranış kendilerini seven ağırbaşlı adamları ve soylarını sayan sadık kişileri üzdü. O dönemin olağanüstü halkı en doğru hareketi yaptı. Bir sabah, bir krallık isyanıyla saldırıya uğrayan ulus; o kadar metanetle davrandı ki öfkelenecek zamanı bulamadı. Kendisini savundu, denetledi, her şeyi kendi yerine koydu; hükûmeti yasalara, Bourbonları da sürgüne yöneltti. Bütün karmaşalara bu şekilde son verildi. Bir zamanlar XIV. Louis’yi barındıran taht, ihtiyar Kral X. Charles’ın altından hiç fark ettirilmeden çekip alındı. Bir kişi değil, birkaç kişi de değil; Fransa, Fransa’nın tamamı, yenen ve yengisinden sarhoşa dönen bir Fransa, barikatlar gününden sonra, Guillaume du Vair’in şu sözlerini hatırlayıp ona göre harekete geçti: “Her zaman büyüklerin nimetlerinden faydalanmaya alışık, her şeyi kolay yoldan elde etmeye alıştırılan zavallı başarısız prenslerin yüzüne bakılmaması ne yazıktır! Krallarımın, özellikle de en zavallı olanlarının kaderi, benim tarafımdan her zaman büyük saygıyla yâd edilecektir.” Bourbonlar da giderken yanlarında saygınlıklarını götürdüler ama onlar için kimse üzülmedi. Yukarıda da belirttiğimiz gibi onların felaketleri de kendilerinden yüce tutuldu.
Temmuz Devrimi’nin ardından tüm dünyada dostları ve düşmanları oldu. Birincisi sevinç ve coşkuyla ona doğru koştu; diğerleri, her biri doğasına göre sırtını döndü. İlk bakışta Avrupa prensleri, bu şafağın baykuşları; gözlerini kapadılar, yaralandılar, şaşkına döndüler ve gözlerini sadece tehdit etmek için açtılar. Anlaşılabilir bir korku, affedilebilir bir gazaptı bu. Bu garip devrim pek bir şok yaratmamıştı, yenilmiş krallığa ona düşman gibi davranma ve kanını dökme onurunu bile ödememişti. Her zaman özgürlüğün kendisine iftira etmesiyle ilgilenen despotik hükûmetlerin gözünde Temmuz Devrimi, zorlu olma ve yumuşak kalma hatasını üstlendi. Bununla birlikte buna karşı hiçbir şey denenmedi veya planlanmadı. En hoşnutsuzlar, en sinirliler, en titrekler onu selamladılar; bencilliğimiz ve kinimiz ne olursa olsun, insanın üzerinde çalışan birinin iş birliğine duyarlı olduğumuz olaylardan gizemli bir saygı doğar. Temmuz Devrimi, gerçeği deviren sağın zaferi oldu. Görkemle dolu bir dönemdi bu. Gerçeği devirme hakkı. 1830 Devrimi’nin parlaklığı, dolayısıyla yumuşaklığı da buradan gelir. Sağ muzafferin şiddete ihtiyacı yoktur. Hak, adil ve doğru olandır. Hakkın özelliği, ebediyen güzel ve temiz kalmasıdır. Olgu; tüm görünüşler için gerekli olduğunda, çağdaşlar tarafından en kapsamlı şekilde kabul edildiğinde bile yalnızca bir olgu olarak var oluyorsa ve yalnızca çok az doğruluk içeriyorsa ya da hiçbir şey içermiyorsa şaşmaz bir biçimde, zamanın akışı içinde deforme olmuş, saf olmayan, belki de canavarca bir duruma dönüşebilir. Asırlarca uzaktan bakıldığında gerçeğin ne kadar iğrenç bir hâle gelebileceğini bir çırpıda öğrenmek istiyorsa insan, bırakın Machiavelli’ye baksın. Machiavelli ne kötü bir dâhi ne bir iblis ne de sefil ve korkak bir yazardı; o kendi gerçeğinden başka bir şeyi ifade etmedi. Ve o sadece İtalyan gerçeği değil, o Avrupa gerçeğiydi; on altıncı yüzyılın gerçeğiydi. Korkunç görünür ve on dokuzuncu yüzyılın ahlaki düşüncesinin huzurunda öyledir de aslında ama bu hak ve gerçek çatışması, toplumun başlangıcından beri devam etmektedir. Bu düelloyu sona erdirmek, saf düşünceyi insani gerçeklikle kaynaştırmak; hakkın barışçıl bir şekilde gerçeğe, gerçeğin de doğruya nüfuz etmesini sağlamak, işte bilgelerin görevi budur.
II
Kötü Yama
Ancak şu kesinlikle unutulmamalıdır: Bilgelerin çabaları başka, sahtekârların gösterdikleri çabalar başkadır. 1830 İhtilali de işte bu yüzden başladığı gibi bitmiştir. Yapılan tüm eylemler yerle bir olunca bazı kendini uyanık sananlar bu başarısızlığı talan etmiştir. Çağımızda bile böylesi sahtekârlar kendilerini devlet adamı kisvesi altında tanıtmışlar hatta bu kelimenin sırf onların tutumu yüzünden bayağılaşmasına neden olmuşlardır. Ancak unutmayınız ki kurnazlığın ve hilenin olduğu yerde aşağılanma vardır. Bu aslında bir sorumluluktur, bu yüzden sahtekârlar denildiğinde zihni küçük olan kurnaz geçinenler aşağılanmış olur. Aynı biçimde, “devlet adamları” derken zaman zaman da “hainler” anlamı kullanılır. Bu türden açıkgözlerin sözlerine bakılacak olursa sözüm ona Temmuz İhtilali’ne benzeyen ayaklanmalar, kesik atardamarlara benzer; bunları hemen dikmek, bağlamak gerekir. Fazlasıyla vadedilen hak, sarsıntılara neden olur. Bu nedenle öncelikle sözü verilen hakkı korumak için devleti güçlendirmek gerekir. Özgürlük sağlandıktan sonra, yönetimi düşünmek kaçınılmazdır.
Bu durumda da aslında bilgeler ve kurnazlar birbirlerinden ayırt edilemezler, aralarındaki tek fark bilgelerin şüpheci olmalarıdır. Peki, bu noktada iktidara ne demeli? Öncelikle iktidar ne demek, ne anlama geliyor bunu sorgulamak lazım aslında! İkinci mesele bu iktidarın nereden kaynaklandığı sorunudur. Sahtekârlar bu karşı çıkmaları duymazdan gelerek hamlelerini sürdürmeye çalışırlar. Onların tek yapmak istedikleri artan yapılaşmalara karşı bir ihtiyaç maskesi takarak, ünlenen siyasetçilerin hain fikirlerine yönelerek, ihtilalden sonra bir ulusun ihtiyacı olabilecek hanedanlığı sağlamaktır. Özellikle eğer ulus monarşik yapılı bir ülkedeyse bu daha büyük bir önem taşır. Onlara göre ihtilalden sonra bu yolla barış sağlanır, ulus yaralarını sarar ve hanedanını onarmaya vakit ayırır. Onların görüşlerine göre bu sancılı bir süreçtir çünkü bir hanedanlık kolay kurulmaz! Çok zora düştüğünde herhangi bir deha sahibi kral olabilir çoğu zaman, bu tesadüfen ortaya çıkan talihli biri de olabilir; buna iki örnek ise Bonaparte ve Iturbide gösterilebilir. Öyle sıradan seçilen bir aileden bir hanedan yaratılmaz, mutlak surette sülalenin kökünün eskilere dayanması gerekir ama yüzyıllarda beklenmedik hasarlar oluşturmak imkânsız bir şeydir. “Devlet adamları” açısından bakacak olursak, her defasında bir isyandan sonra ortaya çıkan kralın özelliklerinin neler olması gerektiği sorunu ile yüzleşmek durumunda kalırlar. İhtilalci olabilir ve aslında böyle olması faydalıdır da. Özetle kendisinin bir isyana katılmış, orada cesaret göstermiş, elindeki baltayı ya da kılıcı sallamış olması gerekir bu seçilen kişinin. Bir hanedanın özellikleri nelerdir? Millî olmalı yani uzaktan devrimci ama yaptıklarıyla değil, benimsettirdiği düşünceleriyle ön planda olmalıdır. Hanedan köklü bir geçmişe, tarihe sahip olmalıdır; gelecekten türemeli, aynı zamanda güler yüzlü olmalıdır. Zaten bu durum anlatıldığında gerçekler bütün çıplaklığıyla ortaya çıkmaktadır. İlk devrimler sadece üstün buldukları birini başlarına getirmekle kalmışlardır, Cromwell ya da Napolyon ile yetinenler ve ikinci devrimler üsteleyerek Brunswick ya da Bourbon Hanedanlığını istemiştir. Bu hanedanlar tıpkı her fidesi yerlere kadar sarkan ve toprakta köklenerek yeni filizler veren incir ağaçlarına benzer. Bu ağaçların her bir dalı kendi başına hanedan olabilir, tek önemli olan husus o dalların halkın seviyesine kadar inebilecek alçak gönüllülüğe sahip olmasında yatmaktadır; hainlerin teorilerinin temeli de budur.
O büyük sanat burada yatar: ondan yararlananlar da onunla titresin diye başarının sesini felaket tonuna dönüştürmek, atılan her adımı korkuyla tatlandırmak, ilerlemeyi geciktirme noktasına geçiş eğrisini artırmak, o mühim hadiseyi köreltmek, coşkunun sertliğini