Uğultulu Tepeler. Эмили БронтеЧитать онлайн книгу.
onu geri çevirmenin akıllıca bir hareket olacağını söyleyebilirim. Ama delikanlı teklifi, bütün o olup bitenlerden sonra yaptığına göre ya aptalın biri ya da macera meraklısı bir sersem.”
Yüzünü ekşiterek ayağa kalktı.
“Bu şekilde konuşursan daha fazlasını anlatmam.” dedi. “Edgar’ın teklifini kabul ettim, Nelly. Hadi çabuk söyle iyi mi yaptım, kötü mü?”
“Demek kabul ettin? Öyleyse bunun üzerinde konuşmak neye yarar? Bir kere söz vermişsin, geri dönemezsin ki.”
Canı sıkılmış bir hâlde bağırdı:
“Neyse, böyle mi yapmam gerekirdi, sen onu söyle!”
Sabırsız sabırsız ellerini ovuşturuyordu, alnı da kırışmıştı.
“Bu soruya doğru bir karşılık verebilmek için birçok şeyin dikkate alınması gerekiyor.” dedim. “Birincisi ve en önemlisi, şu: Edgar’ı seviyor musun?”
“Onu sevmemek kimin elinde ki! Elbette seviyorum.”
Sonra onu şöylece sorguya çektim… Yirmi iki yaşında bir kız için bu sorular, hiç de yersiz ve saçma değildi:
“Onu niçin seviyorsun, Küçük Hanım?”
“Saçma! Seviyorum işte! Niçini var mı ya?”
“Elbette var. Sebebini söylemelisin.”
“Peki öyleyse. Yakışıklı olduğu için, onun yanında bulunmaktan hoşlandığım için seviyorum.”
“Kötü!” dedim.
“Bir de genç ve neşeli olduğu için…”
“Gene kötü!”
“Bir de beni sevdiği için.”
“Bu da bir işe yaramaz.”
“Zengin de olacak. Sonra ben, bu bölgenin en büyük hanımı olmaktan da hoşlanacağım. Böyle bir kocam olduğu için böbürleneceğim.”
“Bu, hepsinden kötü! Şimdi de bana onu, nasıl sevdiğini söyle.”
“Herkes nasıl severse… Sen budalanın birisin, Nelly.”
“Hiç de değil. Cevap ver.”
“Onun ayağının altındaki toprağı, başının üstündeki havayı, dokunduğu her şeyi, söylediği her kelimeyi seviyorum… Her bakışını, her hareketini; onu bütünüyle, tümüyle seviyorum. İşte bu kadar! Başka bir diyeceğin var mı?”
“Peki ama niçin?”
“E, artık sen de fazla oluyorsun ama! Bunun şaka edilecek tarafı da kalmadı.”
Küçük Hanım, böyle diyerek yüzünü ocağa çevirdi.
“Ben şaka etmiyorum, Küçük Hanım.” dedim. “Sen Bay Edgar’ı yakışıklı, genç, neşeli ve zengin olduğu için, bir de seni seviyor diye seviyorsun. Bu sonuncusunun hiç önemi yok. O seni sevse de sevmese de sen onu sevebilirsin ama o ilk dört özelliği olmasaydı sen onu sevemezdin.”
“Doğru, çok doğru… Ona sadece acırdım. Çirkin, budala biri olsaydı belki de iğrenirdim.”
“Ama dünyada daha pek çok yakışıklı, zengin delikanlı var. Hatta belki de ondan çok daha yakışıklı, daha zengin olanları da var… Acaba bunlardan birini sevmekten seni ne alıkoyabilirdi?”
“Böyle birileri varsa bile benim karşıma çıkmadı. Edgar gibisine hiç rastlamadım.”
“İleride görebilirsin; hem o da ömrünün sonuna kadar yakışıklı, genç kalmayacak hatta hep zengin de kalmayabilir.”
“Şimdi zengin ya, ben yalnız şimdiki zamanla ilgilenirim. Senden daha mantıklı sözler söylemeni beklerdim.”
“Öyleyse mesele yok… Sen, yalnız bugünle ilgileniyorsan evlen Bay Edgar Linton’la.”
“Bunun için senden izin isteyecek değilim. Onunla evleneceğim ama sen bana hâlâ doğru hareket edip etmediğimi söylemedin.”
“Doğruluğuna diyecek yok… İnsanlar yalnız bugünü düşünerek evlenmekle doğru bir iş yapmış sayılırsa demek istiyorum… E, şimdi de neden mutlu olamadığını söyle bakalım. Ağabeyin sevinecek… İhtiyar hanımla Bey’in de itiraz etmeyecekleri muhakkak. Sonra bozuk düzen, huzursuz ve rahatsız bir evden kurtulup varlıklı, saygıya değer bir eve gidiyorsun. Edgar’ı seviyorsun, Edgar da seni seviyor. Eh, bu durumda her şey yolunda sayılır. Aksaklık nerede, söylesene?”
Catherine bir elini alnına, öbürünü de göğsüne götürerek: “Burada, bir de burada…” dedi. “Ruh nerede yaşıyorsa… Ruhumda da gönlümde de yanlış bir iş yaptığım inancı var.”
“Bu çok garip! Ben bir şey anlamadım.”
“Benim sırrım da bu işte! Beni alaya almazsan sana her şeyi açıklayacağım. Bunu tam yapamam… Ama hiç olmazsa neler hissettiğimi birazcık sana da duyurmaya çalışacağım.”
Tekrar yanıma oturdu. Yüzü daha kederli, daha düşünceli bir hâl almıştı.
Birbirine kenetlenmiş elleri titriyordu. Birkaç dakika düşündükten sonra birdenbire sordu:
“Nelly, senin hiç garip rüyalar gördüğün oluyor mu?”
“Evet, ara sıra görüyorum.”
“Ben de… Öyle rüyalar gördüm ki bunlar, hiç aklımdan çıkmadıkları gibi, fikirlerimi de değiştirmeme sebep oldular. Suya karışan şarap gibi rüyalar da benliğime işleyip düşüncelerimin rengini değiştirdiler… Şimdi sana anlatacağım rüya da onlardan biri ama sakın herhangi bir yerinde güleyim deme…”
“Aman, sakın anlatma Küçük Hanım!” diye bağırdım. “Hortlaklar, hayaletler olmadan da yeteri kadar kederliyiz, üzüntülüyüz. Hadi, bırak bunları da azıcık neşelen, kendine gel. Bak küçük Hareton’a… O, hiç korkunç rüyalar görmüyor. Uykusunda da ne tatlı gülümsüyor!”
“Evet, babası da yalnız kaldığı zamanlar ne güzel küfürler savuruyor! Ama sen onun şu tombul yaratık gibi küçük, masum olduğu günleri de hatırlıyorsundur herhâlde. Her neyse Nelly, beni dinleyeceksin. Uzun sürmez. Bu gece zaten benim neşelenecek hâlim yok.”
“Dinlemeyeceğim… Dinlemeyeceğim!” diye telaşla kararımı tekrarladım.
O zamanlar rüyalara inanırdım, şimdi de öyleyim ya; üstelik Catherine’in de üzerinde öylesine kederli bir hâl vardı ki gelecek bir felaketi önceden sezmiş olmaktan korkuyordum. Çok öfkeliydi ama hemen devam etmedi. Görünüşte başka bir konuya geçti.
“Ben cennete gidersem çok sıkılırım besbelli, Nelly.” diye başladı.
“Sen zaten oraya gitmeye layık değilsin de ondan.” dedim. “Bütün günahkârlar cennette sıkılırlar.”
“Ama bunun için değil. Bir kere rüyamda kendimi orada gördüm.”
“Rüyalarını dinlemeyeceğimi söyledim ya, Catherine! Ben yatacağım.”
Güldü; ben iskemlemden kalkmaya davranınca da beni tuttu.
“Daha bu bir şey değil!” diye bağırdı. “Cennetin bana evim gibi görünmediğini söyleyecektim. Dünyaya dönmek için öyle ağladım, öyle ağladım ki melekler bana kızdılar, tuttukları gibi Uğultulu Tepeler’in yukarısındaki fundalığın ortasına fırlatıp attılar. Orada sevinçten hıçkırırken uyandım. İşte bu da benim sırrımı öteki kadar açıklayabilir. Cennette benim nasıl işim yoksa Edgar Linton’la evlenmem de o derece saçma. Şu içerideki kötü adam, Heathcliff’i bu derece