Эротические рассказы

Cesurun Yükselisi . Морган РайсЧитать онлайн книгу.

Cesurun Yükselisi  - Морган Райс


Скачать книгу
dönüp hepsi de açık bir şekilde şoke olmuş diğer adamlara baktı. En iyi iki adamları ölmüştü ve hepsi de ne yapacaklarını bilmez durumdaydı. Hepsi garip bir sessizlik içinde birbirine baktı.

      “Sen kimsin?” diye bağırdı sonunda biri gergin bir ses tonuyla.

      “Ben” diye cevapladı Merk, “sizin gece uyuyamamanıza sebep olan şeyim.”

      BÖLÜM BEŞ

      Duncan ordusuyla birlikte at sürüyordu. Gecenin karanlığında onları güneye, Argos’tan uzağa götürürken, yüzlerce atlının sesi kulaklarında uğulduyordu. Güvendiği komutanları hemen yanında at sürüyorlardı, Anvin bir yanında Arthfael diğer yanındaydı. Yüzlerce atlı yanlarında sıralanmış birlikte at sürerken, yalnızca Vidar Volis’i korumak için eve dönmüştü. Diğer komutanların aksine Duncan adamlarıyla yan yana at sürmeyi tercih ederdi. Onları bir nesne olarak değil silah arkadaşı olarak görüyordu.

      Gecenin içinde, karlı yolda ilerliyor, soğuk bir rüzgar saçlarının arasından geçiyordu ve hareket halinde olmak, savaşa gidiyor olmak, Duncan’ın ömrünün yarısında yaptığı gibi Volis’in duvarları arkasında sinmemiş olmak iyi hissettirmişti. Duncan etrafına bakıp oğulları Brandon ve Braxton’ın da adamlarının yanında at sürdüğünü gördü ve onların yanında olmasından gururlandı. Fakat kızı için endişelendiği gibi onlar için endişelenmiyordu. Kendi kendine endişelenmemesi gerektiğini söylemiş olmasına rağmen, saatler geçtikçe Duncan gece düşüncelerinin Kyra’ya doğru dönmekte olduğunu fark etti.

      Kızının nerelerde olabileceğini merak etti. Escalon’u tek başına, yanında yalnızca ona katılmış olan Dierdre, Andor ve Leo’yla geçerken düşündü ve kalbi sıkıştı. Onu göndermiş olduğu yolculuğun en sert adamlardan bazılarını bile tehlikeye atabilecek bir yolculuk olduğunu biliyordu. Eğer kızı bu yolculuğu başaramazsa bununla asla yaşayamazdı. Fakat umutsuz zamanlarda umutsuz eylemler yapılırdı ve kızının bu görevi tamamlamasına her zamankinden çok ihtiyacı vardı.

      Bir tepeden inip bir diğerine tırmandılar ve rüzgâr hızlandı. Duncan önünde yayılan, ay ışığıyla aydınlanan vadiye baktı ve hedeflerini düşündü: Esephus. Deniz kalesi, limana kurulu şehir, kuzeydoğunun kesişim noktası ve tüm gemicilik faaliyetleri için en önemli liman. Şehir bir yanında Gözyaşı Denizi, diğer yanında liman ile komşuydu ve Esephus’un kontrolünü elinde her kim bulundurursa Escalon’un yarısından fazlasına da hükmedebileceği söylenirdi. Duncan, eğer toplanan bir devrim ihtimali doğacaksa ilk durağının, Argos’a en yakın ve çok hayati bir kale olan Esephus’un olması gerektiğini biliyordu. Bu bir zamanların muhteşem şehrinin özgürlüğüne kavuşturulması gerektiğini biliyordu. Duncan, bir zamanlar Escalon bayrakları dalgalanan gemilerle dolan gururlu limanının şimdi, bir zamanlar nasıl bir yer olduğunun mütevazı bir hatırlatıcısı olarak, Pandesia gemileriyle dolu olduğunu biliyordu.

      Duncan ve Esephus’un yöneticisi Seavig bir zamanlar yakınlardı. Sayısız kereler silah arkadaşı olarak çarpışmalara katılmışlardı ve Duncan onunla birçok kez denize açılmıştı. Fakat işgalin ardından bağlantıyı kaybetmişlerdi. Bir zamanlar gururlu bir komutan olan Seavig şimdi sıradan bir askerdi ve diğer tüm şehir yöneticisi komutanlar gibi, denizlere açılamıyor, şehrini yönetemiyor veya diğer kalelere ziyarete gidemiyordu. Hatta onu, diğer tüm Escalon komutanları gibi gözaltına almış ve ona gerçekten ne olduğuna dair bir sıfat yapıştırmış da olabilirlerdi; bir tutsak…

      Duncan, yalnızca adamlarının meşaleleriyle aydınlanan vadilerde, gecenin içinde ilerliyordu. Yüzlerce pırıltı güneye doğru gidiyordu. İlerledikleri sırada daha fazla kar yağdı ve rüzgar şiddetini artırdı. Ay bulutların arasından sıyrılmaya çalışırken meşalelerin alevleri de sönmemek için direndi. Fakat Duncan’ın ordusu, onun için dünyanın neresine olsa gidecek bu adamlar, mesafeleri kat ederek ilerlemeye devam etti. Duncan, gece bir de üstüne kar yağarken saldırmanın sıra dışı bir şey olduğunu biliyordu fakat Duncan her zaman sıra dışı bir savaşçı olmuştu. Bu özelliği sayesinde yükselmiş ve eski kralın bir numaralı komutanı haline gelmiş, kendisine ait bir kaleye sahip olmuştu. Ve bu özelliği sayesinde tüm o dağılan komutanlar arasında en saygı duyulan kişi haline gelmişti. Duncan hiçbir zaman başkalarının yaptığını yapmamıştı. Hayatı boyunca uymaya çalıştığı bir mottosu vardı: başkalarının en az bekleyeceği şeyi yap.

      Duncan’ın isyan haberi güneyde bu kadar uzağa, eğer Duncan zamanında yetişirse, çok hızlı ulaşamazdı; dolayısıyla Pandesia’lılar bir saldırı beklemiyor olacaktı. Ve ayrıca gece vakti, üstelik kar yağarken bir saldırı olabileceğini kesinlikle beklemiyor olacaklardı. Gece yolculuğunun risklerini, atların ayaklarının kırılabileceğini ve yüzlerce başka sorunu onlar da biliyordu. Fakat duncan savaşların genelde güçle değil, sürpriz ve hızla kazanıldığını biliyordu.

      Duncan Esephus’a varana kadar gece boyunca at sürmeyi, büyük Pandesia ordusunu alt etmeyi denemeyi ve birkaç yüz adamıyla birlikte bu muhteşem şehri kurtarmayı planlamıştı. Ve eğer Esephus’u alabilirlerse, daha sonra belki; ama sadece belki, harekete geçebilir, savaşa girebilir ve Escalon’un tamamını da geri alabilirdi.

      “Aşağıda!” diye bağırdı Anvin karın arasından parmağıyla göstererek.

      Duncan aşağıdaki vadiye baktı ve kar ve sise rağmen şehrin kırsal alanına yayılmış küçük köyleri gördü. Duncan, bu köylerde Escalon’a sadık, cesur savaşçıların yaşadığını biliyordu. Hepsi ancak bir avuç adam ederdi fakat yine de kullanılabilir bir ek güç oluştururlardı. Duncan hızını artırabilir ve ordusunun saflarını sıklaştırabilirdi.

      Duncan rüzgârın atların sesinin üzerinde bir sesle bağırdı.

      “Boruları çalın!”

      Adamları bir dizi boru sesi çaldı, kısa kısa öttürülen, Escalon’un eski toplanma çağrısıydı bu, kalbini ısıtan, Escalon’da uzun yıllardır duyulmayan bir ses. Hemşerilerine tanıdık gelecek bir sesti bu, bilmeleri gereken her şeyi onlara anlatan bir ses. Eğer bu köylerde iyi adamlar varsa, bu ses onları uyandıracaktı.

      Borular tekrar tekrar çaldı ve onlar yaklaşırken köylerde de meşaleler yanmaya başladı. Varlıkları nedeniyle alarm durumuna geçmiş köylüler sokakları doldurmaya başlamıştı. Meşale alevleri karın arasında titreşiyordu. Adamlar aceleyle giyinmişler, silahlarını hazırlıyor, her ne zırhları varsa onları kuşanıyorlardı. Hepsi yaklaşmakta olan Duncan ve adamlarını görmek için gözlerini dikmiş, sanki bir mucizeye tanık oluyormuş gibi hareketler yapıyordu. Duncan adamlarının yarattığı görüntüyü sadece hayal edebilirdi, gecenin içinde, kar fırtınasının arasında, vadiden aşağı, kara karşı ateşle savaşan bir lejyon gibi yüzlerce meşale taşıyan, dörtnala gelen atlılar…

      Duncan ve adamları ilk köye girdi ve durdu. Yüzlerce meşale ateşi irkilmiş yüzleri aydınlatıyordu. Duncan hemşerilerinin umutla dolu yüzlerine baktı ve adamlarına hiç olmadığı kadar çok cesaret vermeye kendini hazırlayarak en cesur savaş tavrını takındı.

      “Escalon’un erkekleri!” diye gürledi, atını yürüme hızına almış, etrafında toplanan herkesi görebilmek için dönüyor ve daireler çiziyordu.

      “Pandesia’nın boyunduruğu altında gereğinden uzun süre kaldık! Burada kalmayı seçip, bu köydeki hayatlarınıza devam edebilir ve bir zamanlar Escalon’un nasıl bir yer olduğunu hatırlayarak yaşayabilirsiniz veya özgür erkekler olarak yeniden ayağa kalkıp, özgürlük uğruna gireceğimiz büyük savaşta bize yardım edebilirsiniz!”

      Köylüler oybirliği etmişçesine ileri atılırken herkesten heyecan nidaları yükseldi.

      “Pandesialılar


Скачать книгу
Яндекс.Метрика