Görev Yemini . Джек МарсЧитать онлайн книгу.
kadar ki laboratuvarın bulunduğu kata çıkmayı hiç istemiyordu.
“Evet, evet,” dedi telefonda konuştuğu kişiye. “Şu an dört kişi var. Bu vardiya bittiğinde altı kişi olacağız. Bu geceye mi? Mümkün. Çok fazla söz vermek istemiyorum. Ben sabaha karşı on gibi arayın, o zaman daha net bilgi verebilirim.”
Bir anlığına sadece dinledi. “Sanırım bir van yeterli olur. O büyüklükte bir şey rahatça yükleme alanına çekebilir. Bu şeyler gözle görüldüğünden daha küçükler. Bunlardan trilyonlarcası bile pek fazla yer kaplamıyor. Yapmak zorunda olsaydık hepsini bu aracın bagajına doldurabilirdik. Ama mümkünse iki araç kullansak daha iyi olur. Biri yoldan gider, diğeri havaalanına.”
Telefonu kapattı. Kod ismi Adam’dı. İlk insan Adem, çünkü o, bu işe alınan ilk kişiydi. Diğerleri tam olarak kavrayamasa bile o, bu işin risklerini tamamıyla anlayabiliyordu. Bu projenin tam kapsamını bilen bir tek o vardı.
Ofisindeki büyük pencereden doğru küçük depoda olan biteni izliyordu. Üç vardiya ile bütün gün çalışılıyordu. Şu an içeride üçü erkek biri kadın olmak üzere dört kişi, beyaz laboratuvar önlüğü giymiş, eldiven, plastik bot, koruyucu gözlük ve gaz maskeleri takmış, çalışıyorlardı.
Çalışanlar, basit mikrobiyoloji yapabildikleri için işe alınmışlardı. İşleri, Adam’ın onlara temin ettiği madde sayesinde virüsü büyütüp çoğaltmak ve sonra, daha sonra taşınmak üzere bu örnekleri kuru bir şekilde dondurmak ve havadan yayılmasını sağlamak üzere hazırlamaktı. Yorucu, sıkıcı ve tek düze bir işti ama zor değildi. Herhangi bir laboratuvar asistanı veya biyokimya ikinci sınıf öğrencisi bunu yapabilirdi.
Yirmi dört saat boyunca çalışmak demek virüs stoğunun çığ gibi büyümesi demekti. Adam, her altı ila sekiz saatte bir işverenlerine rapor sunuyor, onlarda işin hızıyla ilgili memnuniyetlerini bildiriyorlardı. Dün, bu memnuniyet artık rahatça dışa vurulan bir mutluluk haline dönüşmüştü. İş yakında tamamlanacaktı, belki de bugün içinde bitecekti.
Bu, Adam’ı gülümsetti. İşverenleri son derece memnundu ve ona oldukça iyi ödüyorlardı.
Köpük bardağın içindeki kahveden bir yudum daha aldı ve çalışanları izlemeye devam etti. Son birkaç günde kaç bardak kahve içtiğinin hesabını çoktan kaçırmıştı. Çok fazla içmişti. Son birkaç gün birbirine girmeye başlamıştı. Yorulduğu zaman ofisindeki küçük karyolaya uzanıyor ve kısa bir uyku çekiyordu. Laboratuvarda çalışanlarla aynı koruyucu gözlükleri takıyordu. İki buçuk gündür onları çıkarmamıştı.
Adam, bu kiralık depoda derme çatma bir laboratuvar kurarken çok iyi bir iş çıkarmıştı. Çalışanları ve kendisini korumak için elinden geleni yapmıştı. Herkesin koruyucu kıyafetleri vardı. Her vardiyadan sonra kıyafetlerini değiştirebilecekleri bir oda, ve kalıntıları temizlemek için yıkanabilecekleri duşlar bulunuyordu.
Ama, aynı zamanda fonlama ve zaman kısıtlamaları bulunuyordu. Sıkı bir program vardı, ve tabii gizlilik meselesi. Koruyucu önlemlerin Amerikan Hastalık Kontrol Merkezlerin standartlarında olmadığının farkındaydı -burayı inşa etmek için altı ayları ve bir milyon dolar olsa bile bu yeterli olmazdı.
Sonuç olarak, bu laboratuvar iki hafta içerisinde yaratılmıştı. Burası, alçak depoların bulunduğu, Kübalı ve diğer mültecilerin yoğunlukla yaşadığı, eski ve tekinsiz bir mahallede bulunuyordu.
Kimse dönüp ikinci kez bu binaya bakmazdı. Bina üzerinde herhangi bir tabela yoktu ve bir düzine benzeri binayla bitişik şekilde duruyordu. Kısa bir süreliğine kullanacak olmalarına rağmen altı aylık kirasını ödemişlerdi. Kendi küçük otoparkı vardı ve işçiler tıpkı diğer fabrika ve depolarda olduğu gibi sekiz saatlik vardiyalar halinde gidip geliyorlardı.
Çalışanlara ücretleri nakit ödeniyordu ve iyi para alıyorlardı, sadece birkaç tanesi İngilizce konuşabiliyordu. Çalışanlar bu maddeyle ne yapacaklarını biliyor ama neyle veya neden bununla uğraştıklarını asla bilmiyorlardı. Bir polis baskını pek de olası değildi.
Yine de, virüse bu kadar yakın olmak onu tedirgin ediyordu. İşin bu kısmını bitirip, parasını alıp, sanki buraya hiç gelmemiş gibi burayı boşaltmak için sabırsızlanıyordu. Ondan sonra batı yakasına doğru uçacaktı. Adam için bu işin iki kısmı vardı. Biri burada ve diğeri… başka bir yerde.
Ve ilk kısım neredeyse bitmek üzereydi.
Bugün? Evet, belki bugün bitecek kadar yakın bir zamanda.
Ülkeyi bir süreliğine terk etmeye karar vermişti. Bütün bunlar bittikten sonra uzun ve güzel bir tatil yapacaktı.
Basit bir operasyon olacaktı. Bir van, veya bir-iki küçük araç arka bahçeye çekecek. Adam bahçe kapısını kapatacaktı ve böylece sokaktan geçenler neler olduğunu göremeyecekti. Malzemeleri araçlara yüklemek çalışanların sadece birkaç dakikasını alırdı. Dikkatli olmalarını sağlayacaktı, yani bütün işlem belki yirmi dakika sürecekti.
Adam kendi kendine gülümsedi. Yükleme tamamlandıktan kısa bir süre sonra batı yakasına doğru giden bir uçağa binmiş olacaktı. Bundan kısa bir süre sonra da kabus başlayacaktı. Ve kimsenin bu konuda yapacak bir şeyi olmayacaktı.
8. BÖLÜM
5:40
Batı Virginia Semaları
Altı koltuklu Learjet marka özel uçak yeni aydınlanan gökyüzünü delerek geçti. Uçak koyu mavi renkteydi ve yan tarafında Gizli Servis amblemi vardı. Hemen arkasında, doğan güneşin ışıkları bulutlara dokunuyordu.
Luke ve ekibi öndeki dört yolcu koltuğunu buluşma noktası olarak belirlemişti. Eşyalarını ve malzemelerini arkadaki iki koltuğa yığmışlardı.
Takım tekrar bir araya gelmişti. Uzun kollu tişört ve haki kargo pantolonuyla Ed Newsam hemen yanında oturuyordu. Oturduğu koltuğun hemen yanına, pencerenin altına koltuk değneklerini sıkıştırmıştı.
Luke’un hemen karşısında, sol tarafta Mark Swann ona doğru bakıyordu. Uzun boylu ve inceydi, saçları ve gözlükleri açık kahverengiydi. Uzun bacaklarını ortadaki koridora doğru uzatmıştı. Eski, yırtık kot pantolon giymişti ve ayağında bir çift kırmızı Chuck Taylor spor ayakkabıları vardı. Pedofili yemi olarak yaptığı işten kurtarılmıştı, daha mutlu görünemezdi.
Luke’un tam karşısında Trudy Wellington oturuyordu. Kıvırcık kahverengi saçları, yeşil süveter ve kumaş pantolonuyla ince ve çekici görünüyordu. Büyük ve yuvarlak çerçeveli gözlükler takmıştı. Çok güzeldi, ama o gözlükler onun bir baykuşa benzemesine sebep oluyordu.
Luke, çok iyi hissetmiyordu ama sorun yoktu. Ayrılmadan önce Becca’ya telefon açmıştı. Konuşma pek hoş geçmemişti. Pek de konuşma denemezdi.
“Nereye gidiyorsun?” dedi Becca.
“Teksas, Galveston. Orada bir laboratuvarda bir güvenlik açığı belirlenmiş.”
“BGS-4 Laboratuvarı mı?” dedi. Becca bir kanser araştırmacısıydı. Birkaç senedir melanom tedavisi üzerine çalışmalar yapıyordu. Birkaç farklı araştırma enstitüsünde birlikte çalışan bir ekibin parçasıydı. Bu ekip, melanom hücrelerini, onlara uçuk virüsü enjekte ederek öldürmekte başarı elde etmişlerdi.
Luke başıyla onayladı. “Evet, bu doğru. BGS-4 Laboratuvarı.”
“Tehlikeli,” dedi. “Eminim farkındasındır.”
Neredeyse