Hikâyeler. Антон ЧеховЧитать онлайн книгу.
bir devlet meselesi. İstesen de istemesen de çıkacaksın…”
Bir inilti havada donup kaldı.
“Uzaklaştılar!” dedi Saveli, yatağına uzanarak.
Tam yorganı kafasına çekmişti ki bir çanın belirgin sesini işitti. Diyakoz endişeyle karısına baktı, yataktan fırladı ve bir o yana bir bu yana sendeleyerek sobaya doğru yürüdü. Çan sesi bir kez daha geldi ve sanki koparılmış gibi bir anda kesildi.
“Duyulmuyor.” dedi Saveli, karısına dikerek gözlerini.
Ancak tam o sırada rüzgâr pencereye çarptı; ince, çınlayan bir inilti getirdi. Saveli, korkudan sararmış dudaklarıyla iç çekip çıplak ayaklarını yere vura vura yürüdü. Karısına dönerek:
“Postacı dönüp duruyor!” diye hırıldadı ve öfkeyle gözlerini kıstı. “Duyuyor musun? Dönüp duruyor. Bi-biliyorum ben! Anlamadığımı mı sanıyorsun?” diye mırıldandı Saveli. “Her şeyi biliyorum!”
Kadın, gözlerini pencereden ayırmadan:
“Neyi biliyormuşsun?” diye sordu.
“Bunların hepsinin senin işin olduğunu biliyorum, lanetli şey! Tüm bunları sen yaptın! Kahrolası! Kar fırtınası çıkarttın, posta arabacısının başını döndürdün. Hepsi senin eserin! Senin!”
Kadın, sakin bir sesle:
“Sen aklını kaçırmış aptalın tekisin.” dedi.
“Yok, ben bunu uzun zamandır fark ediyordum! Evliliğimizin daha ilk gününde fark ettim, nasıl bir kancık evladı olduğunu!”
Kadın istavroz çıkararak omuzlarını silkti.
“Lanet olsun sana! Hâlâ istavroz çıkararak kendini kandırıyorsun! Cadısın sen, cadı!” diye donuk ve ağlamaklı bir sesle devam ederken aceleyle burnunu gömleğinin kenarına sildi.
“Benim karım olarak ruhani bir rütben olsa da seninle ilgili gerçek hislerimi haykıracağım: Ne öyle? Kiliseye gir, ‘Tanrı’m! Merhamet et!’ diye yalvar. Geçen sene Daniel Peygamber ve üç gencin olduğu yerde de böyle kar fırtınası çıkmıştı, ustaları bize ısınmaya gelmişti. Hatırladın mı? Sonra başka bir zaman, Aziz Aleksiy Günü ırmaktaki buzlar çatlamıştı, polis memuruyla burun buruna gelmiştik. O gece seninle uzunca sohbet etmişti, ertesi gün adamın yanakları içe göçmüş, gözlerinin altında halkalar vardı. Ya? Spasovka’da da iki kez fırtına çıkmıştı, yine geceyi kilisede geçirmek için iki avcı gelmişti. Hepsini gördüm, o kahrolasıyla! Utancından kıpkırmızı olmuştun. Evet? Var mı savunulacak bir şeyin?”
“Hiçbir şey görmedin.”
“Ha, öyle mi! Bu kış, Noel arifesi, Girit’te gece gündüz devam eden şiddetli kar fırtınasında on şehit verilmişti. Sonra soyluların kâtibi yolunu kaybetmiş, gelmişti kiliseye, hatırladın mı? Ne iltifatlar, aman ne iltifatlar! Hem de kâtip bozuntusuna! Sümüklü herif yüzünden kilisenin kutsallığını kirlettiniz, pis herifle! Çarpık boyunlu, sümüklü, yamuk, çıban suratlı herif, tipsiz! Güzeldi ama sana değil mi? Çüş! İblis seni!”
Adam derin bir iç geçirdi, dudaklarını sildi ve dışarıdaki seslere yöneldi. Çan sesi yoktu ama rüzgâr kulübenin çatısından bir şeyler düşürdü, sonra pencerenin dışında yine uğuldadı.
“İşte, şimdi de!” diye devam etti Saveliy. “Bu posta arabasının etrafta dönüp durmasına şaşmamalı! Eğer seni aramıyorsa yüzüme tükür! Şeytan işini biliyor. Ooo… İyi yardımcı! Dönüp dolaştırıp o arabayı buraya getirir. Bi-li-yo-rum! Gö-rü-yo-rum! Benden saklayamazsın, iblisin dölü, pislik! Senin masken düşer düşmez tüm düşüncelerini anlamıştım.”
“Aptal herif!” diye sırıttı kadın. “Aptal, çalışmayan aklına göre ben mi yapıyorum bu kötü havayı?”
“Sırıt sen daha! Sen veya değil, ben artık biliyorum ki senin damarlarındaki kötü kan oynamaya başlayınca havalar berbatlaşıyor, görmüyor musun? Sonra salağın biri bizim evin yolunu tutuyor. Hep böyle olduğuna göre nedeni sensin!”
Adam kendini daha fazla ikna etmek için bir parmağını alnına koydu, sol gözünü kapattı ve şarkı söyleyen bir sesle şöyle söyledi:
“Ah deli! Lanetlenmiş kadın! Eğer cadı değil de normal bir insan olsaydın, o ustanın, avcının ve kâtibin, insan kılığına girmiş şeytanlar olduklarını aklın alırdı! Değil mi? İdrak ederdin!”
“Sen iyice aklını yitirmişsin, Saveliy!” diye içini çekti Raisa, acıyan gözlerle kocasına bakarak. “Babam hayattayken ve burada yaşarken civar köylerden, Ermeni çiftliklerinden, taşradan bir sürü insan gelirdi evimize, hastalıklarına çare bulmak için. Her gün çok sayıda insan geldi buraya dua etmeye, hiçbiri onlara şeytan demedi. Şimdi, soğuk ve kötü havalarda kimin yolu ısınmak için buraya düşse aptalca kuşkular giriyor senin kafana. Vay senin aklına!”
Saveliy bir an sustu. Çıplak ayaklarını iki yana açtı, başını önüne eğdi ve düşüncelere daldı. Aslında kuşkularından tam emin değildi. Bir an kayıtsız kaldı, aklı tamamen karışıktı, biraz daha düşünerek başını salladı ve şöyle dedi:
“Hepsi gençti onların, yaşlı ya da çelimsiz tipler değillerdi. Neden sence? Niyetleri ısınmak falan değildi, eğlenmekti! Bu dünyada kadınlar kadar kurnaz yaratık yoktur! Kuş beyinlidir hepsi ama iş kandırmaya gelince… Ah, hep iblisin hileleri! Kutsal Meryem kurtarsın sizi! Posta arabası geliyor bak! Ah-ah! Fırtına başladığı an, her şeyi hissettim ben! Örümcek kafalı seni!”
“Neden bana sadık kaldın o zaman, bu kadar lanetliysem? Ha?” Kadının sabrı taşmıştı. “Reçine gibi yapıştın bana.”
“Yapıştım ha, bu gece Tanrı korusun bir şey olursa… Dinle! Eğer bir şey olursa yarın şafakta Dyakovo’ya, Peder Nikodim’e gidip her şeyi anlatırım. Peder’e şunu diyeceğim: ‘Peder Niko-dim, beni bağışlayın ama karım bir cadı.’ O da ‘Nasıl?’ diye soracak. ‘Hım… Bilmek ister misiniz nasıl? Bağışlayın, böyle böyle…’ diyerek her şeyi anlatacağım ve ne acı olacak sana, uğursuz ihtiyar! Bil ki korkunç olacak ama bu âlemde cezalandırılacaksın! Senin gibi kadınlardan dua kitaplarında bahsedilmesi boşuna değil!”
Aniden pencereden o kadar yüksek sesler ve olağan dışı bir şekilde gürültüler geldi ki Saveliy’in yüzü korkudan sapsarı oldu ve oturdu. Karısı da yerinden fırladı ve bembeyaz oldu.
“Tanrı aşkına, açın kapıyı, ısınayım!” diye titreyen, kalın bir ses geldi derinden. “Orada kimse var mı? Lütfen merhamet edin! Yolumuzu kaybettik!”
“Kimsiniz?” diye sordu kadın, pencereye bakmaya korkarak.
“Posta arabacıları!” dedi, ikinci bir ses.
“Şeytanın işi şaşmadı!” dedi Saveliy, elini sallayarak. “İşte tam orada! Ben doğru söyledim… Hey, bana bak!”
Diyakoz yatağın önünde iki kez zıpladı ve kendini kuş tüyü yatağa attı, öfkeyle burnunu çekerek yüzünü duvara çevirdi. Çok geçmeden sırtında bir soğukluk hissetti. Kapı gıcırdayarak açıldı ve eşikte tepeden tırnağa karla kaplı, uzun boylu biri belirdi. Hemen arkasında üstü başı beyaz başka biri parladı.
“Çuvalları da getireyim mi?” diye sordu ikincisi, boğuk bir sesle.
“Onları orada bırakmayalım!” diyen birincisi, kapüşonunu çözmeye başladı, çözemeden başından yırtarak çıkardı, sobaya doğru fırlattı ve selam vermeden kapıdan içeri girdi.
Eprimiş bir