Kayıp Zamanın İzinde Guermantes Tarafı 3. Kitap. Марсель ПрустЧитать онлайн книгу.
yengesinden beni görmesini istemesini sağlayacak bir bahane arıyordum. Bu bahaneyi bana, Saint-Loup ile Balbec’te tanıştığımız ünlü ressam Elstir’in birkaç tablosunu görme arzusu sağladı. Aslına bakarsanız bu bahanede gerçeklik payı da vardı; çünkü Elstir’e yaptığım ziyaretlerde, tablolarından istediğim şey, gerçek bir buz çözülmesini, el değmemiş taşra kasabasının meydanını, sahilde uzanan kadınları anlamaya ve sevmeye öncülük etmesiydi (kendisinden bekleyebileceğim en büyük şey, derinliğine inemediğim gerçekleri, alıç çiçeklerinden yapılma bir yol misali resmetmesi olurdu, güzelliğini benim için ebedîleştirsin diye değil, gözler önüne sersin diye); öte yandan şimdi, arzumu uyandıran resimlerin özgünlüğü, baştan çıkarıcı çekiciliğiydi; bilhassa en çok istediğim şey Elstir’in diğer tablolarına bakmaktı.
Ne var ki, onun en değersiz resimleri, ondan daha ünlü ressamların şaheserlerinden bile daha farklı bir şeymiş gibi görünürdü. Elstir’in eserleri, sınırları aşılması imkânsız, eşsiz sağlamlıktaki bir krallık gibiydi. Kendisi ve eserleri hakkında makalelerin yer aldığı az bulunan dergileri toplayarak, peyzaj ve natürmort resmetmeye yakın zamanda başladığını, başlarda mitolojik konuları ele alırken (atölyesinde bunları konu alan bir iki eserine denk gelmiştim), daha sonra uzun bir süre Japon sanatının etkisi altında kaldığını öğrenmiştim.
Çeşitli tarzlarının en karakteristik eserlerinden bazıları taşlara dağıtılmıştı. En güzel peyzajlardan birine ev sahipliği yapan Les Andelys’teki bir ev, değirmen taşından yapılma duvarları muhteşem alacalı pencerelerle süslenmiş Chartres bölgesindeki bir köy kadar görülmeye ve ziyaret etmeye değer bir arzu uyandırıyordu ve ana caddedeki biçimsiz evinin bir odasına bir astrolog misali kapanmış, dünyanın aynalarından birini, diğer bir tabirle Elstir’in tablosunu inceleyen ve muhtemelen tabloyu binlerce frank karşılığında satın almış olan bu hazinenin sahibine karşı duyduğum hissiyat, hayati bir konu hakkında benimle benzer düşüncelere sahip insanların kalplerini, en derindeki mizaçlarını içgüdüsel samimiyet aracılığıyla benliğimle birleştiren hissiyattı. En sevdiğim ressamın üç önemli eseri, bu dergilerin birinde yazana göre Mme. de Guermantes’a aitti. Sonuçta, Saint-Loup metresinin Brugge’ye yapmayı planladığı seyahati bana anlattığı akşamda, akşam yemeğinde, arkadaşlarının gözü önünde, kelimeler düşünmeden ağzımdan dökülürken oldukça samimiydim:
“Sakınca yoksa bir şey daha söyleyecektim. Sözünü ettiğimiz hanımla ilgili son bir şey daha var. Balbec’te tanıştığım ressam Elstir’i hatırlıyor musun?”
“Evet, tabii ki.”
“Benim onun eserlerine ne kadar hayran kaldığımı hatırlıyor musun?”
“Evet, hem de çok iyi hatırlıyorum; hatta ona bir mektup bile yazmıştık.”
“İşte, bahsi geçen hanımla tanışmak istememin bir diğer sebebi de -başlıca sebebi bu değil elbette, yan sebeplerden biri bu- … kimi kastettiğimi anladın, değil mi?”
“Elbette anladım. Ne kadar çok uzattın.”
“O hanımın evinde Elstir’in çok güzel tablolarından biri var.”
“Öyle mi bilmiyordum.”
“Elstir muhtemelen Paskalya’da Balbec’te olacak; artık neredeyse tüm yılını orada geçiriyor biliyorsunuz. Paris’ten ayrılmadan önce o tabloyu görmeyi ne çok isterdim ama. Yengenizle olan ilişkiniz ne kadar yakın bilmiyorum, siz Paris’te olmayacaksınız bunun da farkındayım fakat bir şekilde ona benim hakkımda reddedemeyeceği kadar iyi bir itibar bırakıp siz olmadan oraya gidip resmi görmem için müsaade isteyebilir misiniz acaba?”
“Hiç merak etme. Hatta onun adına seni temin ederim ki bu iş gerçekleşecek. Bu iş artık benim meselem.”
“Ah, Robert, siz şahane bir insansınız; sizi çok seviyorum.”
“Bunları duymaktan çok memnun oldum; fakat bana söz verdiğin ve yapmaya da başladığın gibi sen dersen daha çok memnun olacağım.”
“Umarım gidişiniz hakkında konuşmuyorsunuzdur.” dedi Robert’in arkadaşlarından biri. “Biliyorsunuz, Saint-Loup izne çıksa bile bu hiçbir şeyi değiştirmemeli, biz her zaman buradayız. Belki bu durum sizin için o kadar da eğlenceli olmayacaktır fakat onun yokluğunu aratmamak için elimizden geleni yaparız.” Nitekim, Robert’in metresinin Brugge’ye tek başına gideceğini düşünürken, o zamana kadar dik başlı bir şekilde itiraz eden Yüzbaşı Borodino astsubay Saint-Loup’ya Brugge’ye gitmesi için uzun bir izin verdiğinin haberi geldi. Olay şöyle gerçekleşmiş: Gür saçlarıyla oldukça böbürlenen Prens, iş hayatına III. Napolyon’un berber çırağı olarak başlamış olan, şu anda da kasabanın en önde gelen berberinin daimî müşterisiydi. Yüzbaşı Borodino, haşmetli havasına rağmen alt tabakadan insanlara oldukça temiz kalpli yanaştığından berberle de arası çok iyiydi. Oysa berber, parasını her zaman zamanında ödeyen, pek çok arabası ve binek atı olan Saint-Loup’ya, şampuanları, saç kesimleri ve benzeri şeylere ek olarak, Portugal ve Eau des Sauvrains parfüm şişeleri, usturalar ve kayışlarla kabaran, nereden baksan en az beş yıllık ödenmemiş borç defterine sahip olan Prens’ten daha fazla saygı duyuyordu. Saint-Loup’nun metresiyle birlikte gidememekten duyduğu can sıkıntısını öğrendikten sonra, kafası sandalyenin arkasına doğru gergin bir şekilde uzatılmış, beyaz bir kayışla sabitlemek için bağlanmış, boğazına tehdit edercesine ustura dayanmış Prens’e heyecanla bu konuyu açtı. Genç bir adamın aşk maceralarını anlatan bu anlatı karşısında, Prens gibi Yüzbaşı Bonapartvari hoşgörüyle bir tebessüm gösterdi. Ödenmemiş hesabını düşünmesi pek olası bir şey değil; fakat bir Dük’ün tavsiyesi onu kötü etkilediği kadar berberin tavsiyesi de iyi yönde etkiliyordu. Daha çenesinde sabun köpükleri dururken, izin sözünü vermişti hatta akşamına da izin emri imzalanmıştı. Yaptığı şeyleri gün boyu dile getirip böbürlenmeyi alışkanlık hâline getiren ve bunu yaparken, yalan söyleme konusundaki şaşırtıcı yeteneğini ve tamamen uydurmalardan ibaret olan hünerlerini gözler önüne seren berbere gelince, böylesine önemli bir meselede bir defaya mahsus Saint-Loup’ya iyilik yaparken, yaptığı şeyin havasını atmadı; sanki gösteriş yapmak için yalan söylemek mecburiyetmiş ve yalana ihtiyaç olmadığı zaman yerini alçak gönüllülük alırmış gibi, bu konu hakkında bir kez olsun Robert’e bahsini açmadı.
Saint-Loup’nun bütün arkadaşları, Doncières’de kaldığım süre boyunca ya da ne zaman oraya gelirsem geleyim, Robert olmasa bile, kendi atlarının, ordugâhlarının ve zamanlarının emrime amade olacağını söylediler; bu genç adamların sahip oldukları rahatlıkları, gençlikleri ve kuvvetlerini benim zayıflığımın hizmetine sunarkenki büyük samimiyeti hissediyordum.
“Niçin her sene buraya gelmiyorsunuz?” diye devam ettiler. Kalmam için uzun ısrarlarından sonra: “Bizim dingin hayatımızın size nasıl hitap ettiğini kendi gözlerinizle gördünüz! Üstelik alayda olup biten her şeyle kıdemli bir asker kadar ilgileniyorsunuz.”
Nitekim ismini bildiğim çeşitli subayların, onların gözünde layık oldukları takdir derecesine göre sıralamaları yönündeki hevesimi hâlâ sürdürüyordum; tıpkı okul günlerimde sınıftaki diğer arkadaşlarıma Théâtre-Français’deki aktörleri sıralattığım gibi. Daima listenin en başında yer aldığını duyduğum generallerden birini, Galliffet ya da Négrier gibi, Saint-Loup’nun bir arkadaşı aşağılayıcı bir ifadeyle: “Ama Négrier generallerimiz arasında en zayıf olanlardan biridir.” diyerek yerine yeni, el değmemiş, heves uyandırıcı Pau ya da Geslin de Burgogne isimlerini koydu; bu isimlerde, modası geçmiş Thiron ya da Febvre isimlerini tıpkı daha parlak bir ışık yakıldığında ışıltısı geri planda kalan küçük mum misali gölgede bırakan,