Ölü Canlar. Николай ГогольЧитать онлайн книгу.
Çiçikov, toprak beyi, iş için geldi.” Garson henüz kâğıtta yazanları heceleyerek okuduğu sırada, Pavel İvanoviç Çiçikov şehirde gezintiye çıktı. Şehir çok hoşuna gitmiş gibi görünüyordu zira diğer vilayetlerden aşağı kalır bir yanının olmadığını fark etmişti. Taş evlerin sarı boyaları göz alıcıydı, daha mütevazı ahşap evlerse koyu griydiler. Evler bir, bir buçuk ve iki katlıydı, hepsinin vilayetteki mimarların zevklerine göre yapılmış çok güzel asma katları vardı. Bu evler yer yer tarla gibi geniş sokakların, sonu gelmeyen çitlerin arasında kaybolmuş, yer yer bir yığın hâlinde bir arada bulunuyorlardı. Burada daha çok insan ve hareketlilik vardı. Yağmurdan neredeyse boyası akmış, üzerinde çörekler ya da çizmeler olan bir başka yerde mavi pantolon resmedilmiş, Arşavlı bir terzinin adı yazan, kasket satan bir dükkânda “Yabancı Vasiliy Fedorov” ibaresi bulunan; bir başka yerdeyse kasket takmış, bizim tiyatroda sahneye en son çıkan oyuncular gibi giyinmiş iki oyuncunun bulunduğu bir bilardonun resmedildiği tabelalara rastlanılıyordu. Oyuncular istekalarıyla hedef almış, kolları ileriye doğru bükülmüş ve sanki az önce zıplamış gibi bacakları eğilmiş biçimde tasvir edilmişlerdi. Hepsinin altında da “İşte Müessesemiz” yazıyordu. Bazı yerlerde öylece sokağa konmuş, üzerinde fındık, sabun ve sabuna benzer kurabiyelerin olduğu masalar vardı. Üzerine çatalların saplandığı kocaman balık resimleri olan bir aşevi de vardı. Bunların hepsinden çok daha fazla dikkat çeken şey ise artık kararmış iki başlı devlet kartelasının yerini alan “meyhane” sözcüğüydü. Kaldırımlar berbat hâldeydi. Üçgen biçimindeki, yeşil yağlı boyayla oldukça güzel boyanmış desteklerle aşağıdan tutturulan incecik ağaçların olduğu şehir bahçesinde gezindi. Ne var ki bu ağaçlar sazlıklardan daha uzun olmamasına rağmen gazetelerde şöyle süslü bir haber yazılmıştı: “Belediye başkanımız sayesinde; kavurucu sıcakların olduğu günlerde serinlik veren, uzunca dallanıp budaklanmış gölgelikli ağaçların bulunduğu bahçemiz, şehrimize zenginlik katmıştır.” Ve şöyle devam ediyordu: “Vatandaşların kalplerinin, duyulan aşırı minnettarlıktan kaynaklanan titrek atışlarını ve sayın başkanımıza duydukları şükranın bir göstergesi olarak gözlerinden sicim gibi akan yaşları görmek çok duygulandırıcıydı.” Eğer gerekirse manastıra, devlet dairelerine ve valinin yanına en kısa yoldan nasıl gidileceğini polise sorduktan sonra, şehrin ortasından akan nehri görmek için yola koyuldu. Yoldaki direğe tutturulmuş afişi otele gittiğinde şöyle güzelce okumak için kopardı, ahşap kaldırımdaki güzel kadını büyük bir dikkatle izledi. Onun ardından askerî üniformalı bir genç elinde bohçasıyla yürüyordu. Ve hiçbir yerini unutmamak için bir kez daha çevreyi gözden geçirdikten sonra merdivenlerinde meyhanenin garsonuyla biraz oyalandığı oteldeki odasına doğru yola koyuldu. Çay içtikten sonra masanın başına geçti, mum getirilmesini buyurdu, cebinden afişi çıkardı, muma doğru tuttu ve sağ gözünü biraz kısarak okumaya başladı. Afişte ilgi çekici bir şeyler yazıyordu. Kotzebue’nun dramasının sahneleneceği, Rolla rolünü G. Paplyovin, Kora rolünü ise genç kız Zyablova’nın oynayacağı yazıyordu, diğer oyuncular pek de önemli değildi ne var ki afişteki her şeyi hatta parter4 fiyatlarını bile okudu ve afişin şehir yönetiminin basımevinde basıldığını öğrendi. Sonra, başka bir şey yazılıp yazılmadığını öğrenmek için afişin diğer tarafını çevirdi ama hiçbir şey bulamayıp gözlerini ovuşturdu, afişi düzgünce katlayıp eline geçen her şeyi içine koymayı alışkanlık edindiği sandığına koydu. Anlaşılan o ki gün; bir porsiyon soğuk dana eti, bir tas ekşi lahana çorbası ve engin Rusya’nın bazı yerlerinde de söylendiği üzere “ölü gibi” derin bir uykuyla sona erdi.
Ertesi gün tamamen ziyaretlere ayrıldı. Çiçikov, kentin bütün yüksek rütbelilerini ziyaret etmeye koyuldu. Önce tıpkı Çiçikov gibi ne kilolu ne de zayıf olan, boynunda Aziz Anna Nişanı bulunan ve hatta yıldız nişanı almasının an meselesi olduğu söylenen valiye saygılarını sunmak için gitti. Vali çok iyi bir insandı, hatta bazen tül üzerine nakış bile işlerdi. Sonra vali yardımcısına gitti, ardından savcıya, meclis başkanına, emniyet müdürüne, mültezime,5 devlet fabrikalarının müdürlerine… Ne yazık ki dünyadaki bütün nüfuzlu kişileri hatırlamak biraz zordur ancak memnuniyetle söyleyebilirim ki Çiçikov, ziyaretler konusunda olağanüstü bir titizlik gösteriyordu. Hatta sağlık işleri müfettişi ve şehir mimarını bile ziyaret etti.
Sonrasında, başka kimleri ziyaret etmesi gerektiğini düşünerek uzun süre arabasında oturdu. Artık şehirde ziyaret etmediği memur kalmamıştı. Şehrin bütün nüfuzlu kişilerini ustalıkla pohpohlamıştı. Valiye laf arasında şehre girince kendini cennete gelmiş gibi hissettiğini, yolların her yerde kadife gibi olduğunu ve böyle bilge kişileri tayin eden yöneticilerin büyük övgülere layık olduğunu ima etmişti. Emniyet müdürüne şehirdeki polislerle ilgili oldukça gurur okşayıcı laflar etmişti, henüz yalnızca beşinci dereceden devlet memurları olan vali yardımcısı ve meclis başkanına bile iki kere yanlışlıkla “ekselansları” demiş, bu da onların çok hoşuna gitmişti. Bunun sonucunda vali, tam da o, evindeki davete katılmalarını istemiş, öteki memurlardan da kimi yemeğe kimi iskambil oynamaya kimiyse çay içmeye davet etmişti.
Çiçikov, belli ki kendisi hakkında konuşmaktan kaçınıyordu. Eğer konuşursa da belirgin bir alçak gönüllülükle, genel konulardan bahsediyor ve böyle durumlarda biraz edebî konuşuyordu. Bu dünyada önemsiz bir solucan olduğunu, merak edilmeye layık olmadığını, yaşamında birçok şey görüp geçirdiğini, memuriyetinde hakikat uğruna çok şey çektiğini, hatta hayatına kasteden birçok düşmana sahip olduğunu, şimdiyse sonunda huzura kavuşmayı arzulayarak hayatını geçirecek bir yer aradığını ve buraya gelince şehrin ileri gelenlerine saygılarını takdim etmeyi zorunlu bir borç olarak gördüğünü söylüyordu. İşte çok hızlı bir şekilde valinin davetinde kendini göstermekten kaçınmayan şehirdeki yeni kişiyle ilgili öğrenilen her şey bu kadardı. Bu davete hazırlanması iki saatten fazla zamanını almıştı ve kıyafetine daha önce hiç görülmediği kadar çok özenmişti. Yemeğin ardından biraz uyuduktan sonra banyosunun hazırlanmasını buyurdu ve olağanüstü uzun bir süre yanaklarını diliyle içeriden destekleyerek sabunla ovaladı, ardından meyhane görevlisinin omuzundaki havluyu alıp iki defa görevlinin suratına nefesini verdikten sonra kulaklarından başlayarak yüzünün her tarafını havluyla kuruladı. Sonra aynanın karşısında plastronunu taktı, burnundan sarkan iki tel kılı kopardı ve hemen yaban mersini kırmızısı frakını giydi.
Böylece giyindikten sonra arabasına binip alabildiğine geniş bir caddeden gelen cılız aydınlatmaların pencereden bir görünüp bir kaybolan ışıkları arasından geçti. Ne var ki valinin evi sanki balo varmışçasına aydınlatılmıştı. Fenerleri yanan arabalar, giriş kapısının önünde iki jandarma, uzaklardan gelen arabacıların bağrışmaları… Kısacası her şey olması gerektiği gibiydi. Çiçikov salona girince bir anlığına gözlerini kapamak zorunda kalmıştı çünkü mumlardan, lambalardan ve kadınların elbiselerinden gelen parlaklık korkunçtu. Her şey ışıl ışıldı. Siyah fraklar, tıpkı yazın sıcak temmuz vakitlerinde, açık pencerenin önünde ihtiyar kalfa kadının vurup parçalara ayırdığı ışıl ışıl parıldayan beyaz şekerin üstüne konan sinekler gibi kâh tek başına kâh bir küme hâlinde, bir görünüp bir kayboluyordu. Bütün çocuklar kadının etrafına toplanmış, çekici kaldıran sert elinin hareketlerini merakla izliyorlardı ve hafif havanın kaldırdığı sinekler sanki ev sahibi onlarmış gibi cesurca uçuyor, ihtiyarın pek iyi görmemesinden ve güneşin de gözünü rahatsız etmesinden faydalanarak bir sürü hâlinde şekerlere konup havalanıyorlardı. Bolluk ve zenginlik içindeki, adımbaşı her türlü yemeğin bulunduğu yaz mevsiminde şeker parçalarını yemek için değil; yalnızca kendilerini göstermek, üzerinde
4
Çok katlı tiyatro, sinema gibi yerlerde, sahnenin bulunduğu ilk kata ve burada bulunan koltuklara verilen ad. (ç.n.)
5
Açık artırma usulüyle, belirli eyaletleri kiraya verme yetkisi olan kişi. (ç.n.)