Bilge Nathan. Г. Э. ЛессингЧитать онлайн книгу.
bu meyveye pek güvenmemeli. Çok yemeye gelmez, dalağı tıkar, insanı melankoliye sürükler.”
Templier: “Ya ben melankoliden hoşlanıyorsam? Ama herhâlde sizi bana bu uyarı için göndermediler?”
Keşiş: “Yok yok! Ben sadece sizin hakkınızda bilgi toplayacağım; nasıl biri olduğunuzu anlamak için sizi sınavdan geçireceğim.”
Templier: “Bunu bana açık açık söylüyorsunuz ha?”
Keşiş: “Neden söylemeyeyim?”
Templier: (Çok açıkgöz bir Keşiş) “Manastırda sizin gibiler çok mudur?”
Keşiş: “Bilmem. Benim işim itaat etmek sevgili efendim.”
Templier: “Onun için fazla düşünüp taşınmadan, söyleneni yapıyorsunuz değil mi?”
Keşiş: “Öyle olmasa buna itaat etmek denir mi, sevgili efendim?”
Templier: “Saflık her zaman haklılık içerir. Herhâlde, benim nasıl biri olduğumu kimin öğrenmek istediğini bana söylersiniz, değil mi? Bunun siz olmadığınıza yemin edebilirim.”
Keşiş: “Bana yakışır mı bu? Bir işime yarar mı bu benim?”
Templier: “Ya kimin işine yarayacak bu? Bu kadar meraklı olmak kime yakışır? Kim bu?”
Keşiş: “Patrik olduğunu zannediyorum. Çünkü beni sizin peşinize düşüren o.”
Templier: “Patrik mi? Beyaz pelerin üzerindeki kırmızı haçı, herkesten çok, o tanımaz mı?”
Keşiş: “Ben bile tanıyorum!”
Templier: “Öyleyse Keşiş? Öyleyse? Ben bir templierim ve bir esirim. Şunu da ekleyeyim: Tebnin’de ele geçirip oradan Sidon’a saldırmayı planladığımız bu kalede esir düştüm ben. Bir şey daha söyleyeyim: Esir düşenlerin yirmincisiydim ve Salaheddin tarafından bağışlanan tek esir ben oldum. İşte Patrik’in öğrenmesi gerekenlerin hepsi bu; hatta öğrenmesi gerekenden de daha çoğu…”
Keşiş: “Ama bunlar bildiklerinden fazlası olmasa gerek. Salaheddin’in neden sizi bağışladığını da bilmek isterdi; neden yalnızca sizi?”
Templier: “Bunu ben biliyor muyum sanki? Boynumu açmış, pelerinimin üstünde diz çökmüş, boynumun vurulmasını bekliyordum; derken Salaheddin bana daha dikkatlice baktı, yanıma koştu ve eliyle işaret verdi. Beni ayağa kaldırdılar; iplerimi çözdüler; teşekkür etmek istedim ona; gözlerini yaşlı gördüm. Susuyorduk, o da, ben de; gitti o, ben kaldım. Bunun nedenini Patrik kendi bulsun.”
Keşiş:“O bundan Tanrı’nın sizi büyük, çok büyük işler için esirgediği sonucunu çıkarıyor.”
Templier: “Evet. Büyük işler için! Bir Yahudi kızını yangından kurtarmak; meraklı hacıları Sina’ya götürmek ve böyle şeyler için.”
Keşiş:“Dahası da vardır elbet! Bu arada yaptıklarınız da fena sayılmaz. Belki de Patrik’in, efendimize vereceği çok daha önemli işler vardır.”
Templier: “Öyle mi sanıyorsunuz Keşiş? Size bir şey hissettirdi mi?”
Keşiş: “Yaa. Evet! Ama önce efendimizi bir yoklamam gerek, acaba bu işin adamı mı diye.”
Templier: “Peki öyleyse, yokla bakalım! (Görelim bakalım nasıl yokluyor?) Haydi!”
Keşiş: “Sözün kısası, Patrik’in ne istediğini efendimize açık açık söylemek olur.”
Templier: “Öyle ya!”
Keşiş: “Sizin elinizle bir pusula göndermeyi çok istiyor.”
Templier: “Benimle mi? Ulak değilim ben. Yahudi kızını yangından kurtarmaktan çok daha şanlı olan iş bu mu?”
Keşiş: “Herhâlde öyle! ‘Çünkü…’ diyor Patrik. ‘Bu mektubun bütün Hristiyanlık âlemi için büyük önemi var. Pusulayı yerli yerine ulaştırmanın karşılığını, bir gün Tanrı gökte, apayrı bir taçla verecek.’ Ona göre bu taca efendimizden daha layığı yokmuş.”
Templier: “Benden mi?”
Keşiş: “Çünkü bu tacı kazanmak için, böyle diyor Patrik, efendimizden daha beceriklisini bulmak zormuş.”
Templier: “Benden mi?”
Keşiş: “ ‘O burada serbesttir. Her yeri gözden geçirebilir; bir kentin nasıl zapt edileceğini ve nasıl korunacağını bilir.’ diyor Patrik. ‘Salaheddin’in yeni yaptırdığı ikinci iç surun sağlam taraflarını da, zayıf taraflarını da en iyi o bilebilir, bunları Tanrı’nın savunucularına da en iyi o açıklayabilir.’ diyor Patrik!”
Templier: “Aziz Keşiş, keşke bu pusulanın içindekileri daha net olarak öğrenebilsem.”
Keşiş: “Doğru, ama ben de tam olarak bilmiyorum. Yalnız pusula Kral Philipp’e yazılmış. Patrik… Ben her zaman şaşarım, sadece gökte yaşaması gereken bir ermiş aynı zamanda tenezzül edip de bu dünyanın işlerini böyle inceden inceye nasıl öğreniyor diye. Bu onun da hoşuna gitmiyordur herhâlde…”
Templier: “Eee, peki ne olmuş Patrik’e?”
Keşiş: “Eğer savaş yeniden başlarsa, Salaheddin’in nerede, nasıl, ne kadar kuvvetle muharebeye gireceğini tam tamına biliyor.”
Templier: “Biliyor mu bunu?”
Keşiş: “Evet, bunu da Kral Philipp’e haber vermeyi çok istiyor. Ta ki, o da sizin tarikatın o kadar yiğitçe bozmuş olduğu barış anlaşmasını, ne pahasına olursa olsun Salaheddin ile yeniden yapmayı gerektirecek kadar korkunç bir tehlikenin olup olmadığını tahmin edebilsin diye.”
Templier: “Amma da Patrik ha! Demek öyle! Bu sevgili cesur adam, beni sıradan bir haberci olarak kullanmak istemiyor; beni casus yapmak istiyor demek. Aziz Keşiş, beni iyice yokladığınızı, ama bunun benim işim olmadığını anladığınızı söyleyin Patrik’inize. Ben hâlâ kendime esir gözüyle bakmak durumundayım: Bir templierin tek işi kılıç sallamak olmalıdır, casusluk yapmak değil.”
Keşiş: “Bunu ben de düşündüm! Efendimizi bunun için pek de ayıplayacak değilim. Ama dahası da var. Patrik, Salaheddin’in ihtiyatlı babasının, ordunun ücretlerini vermek ve savaş masraflarını sağlamak için kullandığı büyük paraları sakladığı kalenin adını ve bunun Lübnan Dağları’nın neresinde bulunduğunu da el altından öğrenmiş. Salaheddin ara sıra, yanında kimse olmadan sapa yollardan buraya gidiyormuş. Anladınız mı?”
Templier: “Asla!”
Keşiş: “Salaheddin’i ele geçirmek için bundan kolayı var mı? Onu tepeleyivermek için? Bu size tuhaf mı geldi? Birkaç dinine bağlı Maruni de bunu yapmaya şimdiden gönüllü, yeter ki, yiğit bir adam kendilerine önderlik yapmak istesin.”
Templier: “Patrik de bu yiğit adam olarak beni mi gözüne kestirdi?”
Keşiş: “Kral Philipp’in Ptolemais Kalesi’nde barış teklifinde bulunabileceğini düşünüyor.”
Templier: