Muhteşem Gatsby. Фрэнсис Скотт ФицджеральдЧитать онлайн книгу.
baktıktan sonra elini yavaşça yüzünün önünde bir ileri bir geri oynattı.
“Işığı değiştirmek lazım.” dedi bir süre sonra. “Yüz hatlarını ortaya çıkarmak istiyorum. Arkadaki saçların tamamını da kareye sığdırmaya çalışacağım.”
“Bana kalsa ışığı değiştirmem!” diye cırladı Bayan McKee. “Bence…”
Kocası “Şşşt!” dedi ve hepimiz yeniden modele baktık, bunun üstüne Tom Buchanan sesli bir şekilde esneyerek ayağa kalktı.
“McKee’lere bir şeyler ikram edelim.” dedi. “Biraz daha buz ve maden suyu getir Myrtle, yoksa millet uykuya dalacak!”
“Çocuğa o kadar dedim buz al gel diye!..” Myrtle umutsuzlukla ayaktakımının becerisizliğine karşı kaşlarını kaldırdı. “Ah şunlar yok mu! İlla peşlerini takip edeceksin.”
Bana baktı ve anlamsızca bir kahkaha attı. Sonra köpeğe doğru atılıp, onu coşkuyla öptü ve içeride ondan emir bekleyen bir düzine şefin olduğunu ima ederek mutfağa doğru yürüdü.
“Long Island’da güzel işler çıkardım.” dedi Bay McKee.
Tom ona boş bir ifadeyle baktı.
“İkisini çerçeveleyip aşağı astık.”
“İki neyi?” diye sordu Tom.
“İki çalışmayı. Birine ‘Montauk Burnu-Martılar’ ve diğerine ‘Montauk Burnu-Deniz’ adını verdim.”
Kız kardeş Catherine kanepeye, yanıma oturdu.
“Siz de mi Long Island’da oturuyorsunuz?” diye sordu.
“West Egg’de oturuyorum.”
“Sahi mi? Bir ay önce orada bir partiye gittim. Gatsby diye bir adamın partisine. Onu tanıyor musunuz?”
“Yan komşum olur.”
“Şey, onun Kayzer Wilhelm’in yeğeni veya kuzeni olduğunu söylüyorlar. Tüm para oradan geliyormuş.”
“Öyle mi?”
Başıyla doğruladı.
“Gözüm korkuyor adamdan. Bana bulaşmasını asla istemem!”
Komşum hakkındaki bu ilginç açıklama Bayan McKee’nin birden Catherine’i işaret etmesiyle bölündü.
“Chester, bence onunla da güzel bir iş çıkarabilirsin…” diye haykırdı ama Bay McKee sıkılmış bir ifadeyle yalnızca başıyla onayladı ve dikkatini Tom’a verdi.
“Bir fırsatım olsa Long Island’da daha fazla iş yapmak isterim. İhtiyacım olan tek şey bir başlangıç fırsatı verilmesi.”
“Myrtle’a söyle.” dedi Tom, Bayan Wilson elinde bir tepsiyle içeri girerken kısa bir kahkaha patlatarak. “Sana özlü bir tavsiye mektubu verir, değil mi Myrtle?”
“Ne veririm?” diye sordu şaşkınlıkla.
“McKee’ye kocan için bir tavsiye mektubu verirsin, o da onun hakkında birkaç çalışma yapar.” Aklındakini söylemeden evvel dudakları bir anlığına sessizce kıpırdandı, “ ‘Benzin Pompacısındaki George B. Wilson’ veya onun gibi bir şey…”
Catherine bana doğru eğilip kulağıma fısıldadı:
“İkisi de eşlerini çekemiyor.”
“Öyle mi?”
“Çekemiyorlar.” Bir Myrtle’a bir Tom’a baktı. “Diyeceğim o ki çekemedikleri insanlarla yaşamaya neden devam ediyorlar? Onların yerinde olsam hemen boşanır ve istediğim kişiyle evlenirdim.”
“Wilson’ı sevmiyor mu?”
Sorunun cevabı beklenmedikti. Cevap, soruyu duyan Myrtle’dan geldi; şiddetli ve ağza alınmayacak sözlerdi.
“Görüyorsun ya!” diye haykırdı Catherine muzaffer bir edayla. Sesini yeniden alçalttı. “Onların kavuşmasının önündeki asıl engel Tom’un karısı. Kadın Katolik, onlarda boşanma yoktur.”
Daisy Katolik değildi ve yalanın inceliği karşısında şaşırıp kalmıştım.
“Evlendikleri zaman…” diye devam etti Catherine, “Batı’da yaşayacaklar ortalık yatışana kadar.”
“Avrupa’da biraz daha gözden ırak olurlar.”
“Ah, Avrupa’yı sever misiniz?” diye hayretle haykırdı. “Monte Carlo’dan daha yeni döndüm.”
“Öyle mi?”
“Daha geçen yıl oradaydım. Bir kız arkadaşımla gittik.”
“Uzun mu kaldınız.”
“Hayır, Monte Carlo’ya gidip döndük. Marsilya üzerinden gittik. Yola çıktığımızda cebimizde bin iki yüz dolar vardı ama oradaki özel oyun odalarında iki günde dolandırıldık. Geri dönene kadar neler çektik, bir bilseniz… Tanrı’m, oradan ölesiye nefret ettim!”
Akşamüstüne doğru gökyüzü bir anlığına Akdeniz’in bal tadındaki maviliği gibi cama vurdu; derken Bayan McKee’nin cırtlak sesi beni yeniden odanın içine çekti.
“Neredeyse ben de bir hata yapıyordum!” dedi hararetle. “Az kalsın yıllardır peşimde dolanan itin biriyle evlenecektim. Benim dengim olmadığını biliyordum. Herkes de söyleyip duruyordu: ‘Lucille, o adam sana layık değil!’ Ama Chester karşıma çıkmasa çoktan avcuna düşmüştüm onun.”
“Evet ama bak…” dedi Myrtle Wilson, başını bir aşağı bir yukarı sallayarak, “Neyse ki onunla evlenmedin.”
“Evet, öyle.”
“Eh, ben evlendim…” dedi Myrtle belirsizce. “Ve senin durumunla benimki arasındaki fark da bu.”
“Peki, neden evlendin, Myrtle?” diye sordu Catherine. “Kimse seni zorla evlendirmedi.”
Myrtle düşünceye daldı.
“Onunla evlendim çünkü bir beyefendi olduğunu zannetmiştim.” dedi sonunda. “Görgülü biri olduğunu düşünmüştüm, meğerse tırnağımın ucu olamazmış.”
“Bir zamanlar onun için deli oluyordu.” dedi Catherine.
“Deli oluyormuşum!” diye haykırdı Myrtle inanmayarak. “Deli olduğumu da kim çıkardı? Ona, şu karşıdaki adama deli olduğumdan daha fazla deli olmamışımdır.”
Birden beni işaret etti ve herkes suçlar gözlerle bana baktı. Bir günahımın olmadığını belirten bir yüz ifadesi takınmaya çalıştım.
“Deli olduğum tek zaman onunla evlendiğim zamandır. Hata yaptığımı anladım elbet. Düğünde bir başkasından ödünç aldığı takım elbiseyi giymiş! Ama bana bundan hiç bahsetmedi ve onun evde olmadığı bir gün adam çıkageldi: ‘Ah, o sizin takımınız mıydı?’ dedim. ‘Hiç bilmiyordum.’ Ama takımı adama verdim ve kendimi yatağa atıp, akşama kadar hüngür hüngür ağladım.”
“Ondan mutlaka kurtulması lazım…” diye bana dönüp devam etti Catherine. “On bir yıldır o garajda yaşıyorlar. Ve Tom onun ilk sevgilisi.”
Viski şişesi -ikincisi- herkes tarafından oldukça rağbet görüyordu; “içmeden de sarhoş olduğunu” iddia eden Catherine hariç. Tom kapıcıyı çağırdı ve onu her biri kendi içinde bir yemek sayılan şu meşhur sandviçlerden almaya gönderdi. Çıkıp dingin alaca karanlıkta doğu yönünde parka doğru yürümek istedim ama her denememde hararetli, gürültülü bir tartışma, iplerle bağlıymışım gibi beni oturduğum yere çiviledi. Yine de şehrin yukarılarına açılan sarı pencere dizimiz, kararan