Elçine Armağan. Анонимный авторЧитать онлайн книгу.
ne anlama geliyor?
Bu ne zaman açıklık kazanacak?
Lakin bu şeffaflık ve yerçekimsizlikte zaman da yok…”25
Bu anlatımda azlık çokluk, büyüklük küçüklük, mekân zaman gibi kavramların yalnızca bu dünyaya ait olduğu, öldükten sonra hiçbir anlam ifade etmediği anlatılıyor.
Sisianov’un hatırlamaları devam eder. Bu arada savaş alanlarının çok etkili ve canlı tasvirleri yapılıyor. Sisianov görünen mekânda ne çok vatan var ve bunları savunmak ve bunlara sahip olmak uğruna ne çok savaş yapılıyor ve ne çok kan dökülüyor, diye düşünür.26 Fakat bütün bunlar kendisi için artık anlamsızdır, bunlara müdahale etmek imkânı da bulunmamaktadır. Ayrıca içinde böyle bir istek de duymamaktadır. Şimdi tek istediği, buralardan kaçmaktır. Onun bu arzusu şöyle anlatılıyor:
“Varlığını tamamen sarmış olan duygu, uçup gitmekti, ne var ki görünen mekândaki geçmişe, şimdiye ve geleceğe ait olaylardan kopamıyor, uçup gidemiyordu. Görünen mekân O’nu bırakmıyordu sanki…
Şeffaf ve yerçekimsiz varlığı, görünen mekândan uzak bir sahaya, tertemiz bir kubbeye uçmayı istiyordu ve o kubbenin tertemiz olduğu konusunda şeffaf ve yerçekimsiz varlığında kuşku yoktu. Yalnız duygulardan müteşekkil varlığı, böyle bir sahanın, böyle bir kubbenin varlığını, uçarak bu kubbeye yükselmesi gerektiğini söylüyordu. Yükselecekti elbette, ama bir türlü yükselemiyordu…”27
Romanın sonunda çok canlı ve tesirli bir tabiat tasviri yapılıyor. Artık ilkbahar gelmiş, tüm varlıklar uyanmıştır. Kelebeğin kozasından çıkışı ve uçmaya başlamadan evvel bülbülün onu yutuşu lirik bir şekilde anlatılıyor. Tabiatın acımasız kanunu böylece hükmünü icra etmektedir. Sisianov’un havada uçan ruhu, yani “şeffaf ve yerçekimsiz varlığı”, bütün bunları seyreder. Ama artık bu mekânda kalması mümkün değildir, uçar gider. Bu uçup gitme, tam da bülbülün kelebeği yuttuğu anda gerçekleşmiştir. Böylece yazar tabiatın kanunu ve devamlılığı konusunda bir uyum ve düzen, bir bütünlük olduğunu hatırlatmak istemiştir:
“Yine aynı anda, görünen mekân hızla uzaklaşmaya başladı, uzaklaşarak kayboldu ve O, aslında görünen mekânın uzaklaşmadığını, şeffaf ve yerçekimsiz varlığının, kendisini baştan beri çeken güce doğru yükselmekte olduğunu sonradan anladı. Görünen mekân artık kendisini tutamadı, artık uçuşuna engel olamadı ve O, uçtu gitti…”28
Romanın özelliklerinden biri, ölüm ve hayat olgularına bakışa, felsefi boyut kazandırılmasıdır. Bu felsefî bakış ve düşünüş, Sisianov’un “şeffaf ve yerçekimsiz varlık” diye tasvir edilen ruhu vasıtasıyla yapılmaktadır. Hayatta da, görünen mekânda da tek gerçek ölümdür ve insan bütün hayatı boyunca sadece ölüme ulaşmak için didinmekte, ölüme doğru koşmaktadır. Onun dışında her şey boş ve anlamsızdır.
“Şeffaf ve yerçekimsiz varlığında, insanoğlunun, görünen mekânda doğduğu andan başlayarak anlamadan ve bilmeden, bilinçaltında yalnızca ölüme ulaşmaya çalıştığına, çünkü insanoğlunu görünen mekândaki boşluktan, birbirini takip eden anılardaki ve sahnelerdeki anlamsız çekişmelerden, anlamsız tutku ve isteklerden, anlamsız mutluluklardan ve yine mutsuzluklardan, anlamsız neşelerden ve acılardan bir tek ölümün kurtarabileceğine dair bir duygu vardı.
Fakat görünen mekân böylesine bir anlamsızlıktan ibaretse, kendisinin orada ne işi vardı ve şimdi de bu yerde (bu yer nereyse artık) böylesine şeffaflık ve yerçekimsizlik dinginliği içinde bulunmasının nedeni neydi?
O, neden hem yok, hem de vardı?
Şeffaf ve yerçekimsiz varlığı, birbirini takip eden anılardaki, manzaralardaki insanları da günün birinde böylesi bir şeffaflık ve yerçekimsizliğin beklediğine emindi.
Fakat bunun anlamı nedir?
Neden önce oradaydı ve neden şimdi burada (burası neresiyse artık)?”29
Yukarıdaki metinde yokluk ve varlık meselesinin de tartışıldığı görülüyor. Bir şeyin aynı zamanda hem yok hem de var olması mümkün değildir. Ama bu imkânsız görünen şey, Sisianov’un ruhu vasıtasıyla gerçekleşmiş bulunuyor. İşte bu anda o “hem yok hem de vardır.” Fakat artık bu durumun anlamını kavrayacak durumda değildir.
Sisianov artık hiçbir şey hissetmez. Tamamen bilinmezlik içindedir. Hiçbir şeyin anlamı kalmamıştır. Ama bu anlamsızlık arasında yine de “niçin” diye düşündüğü bazı şeylerin varlığını hissetmiştir.
“Hiçbir şey hissetmiyordu. Ne ağrı, ne açlık, ne susuzluk, ne acı, ne huzursuzluk.
Bu durum şeffaflığını ve yerçekimsizliğini daha dingin, daha özgür kılıyordu sanki.
Bir tek, gitgide şaşkınlığa dönüşen bir ilgi ve aynı şaşkınlıkla beraber giderek artan hüzün aynı dinginlik ve özgürlüğe asla uymuyordu. Şimdi büsbütün uyanmış olan hafızasından geçen her şeyde, görünen mekândaki tüm anılarında bu şaşkınlık ve hüzün bir anlamsızlığa dönüşüyor, O’nu niçin’in bilinmezliğine çekiyordu”30
Romanda anlatılan diğer siyasi ve tarihi olaylar şunlardır: Nadir Şah 1747’de öldürüldükten sonra ülke hanlıklara bölünmüştür. Karışıklık ve çatışma uzun süre devam eder. 1789’da Ağa Muhammet Şah Kaçar devletin başına geçer ve Kaçar hanedanını kurar. Ama bölgedeki karışıklık ve çatışmalar devam eder. Bakû, Gence, Karabağ, Guba, Şirvan, Lenkeran, Şeki hanlıkları ortaya çıkmıştır. Ayrıca Gürcistan’da da karışıklıklar vardır ve Gürcü prensleri taht kavgalarına devam etmektedirler. Sisianov Gürcistan’ın tamamını zapt etmiş, ayrıca Gence, Karabağ gibi Azerbaycan hanlıklarını da ele geçirmiştir. Kuzey Azerbaycan’da kurulan bu hanlıklar, Ağa Muhammet Şah Kaçar’dan korkuları yüzünden Rusya’dan medet umar hâle gelmişlerdir. “Kuzey Azerbaycan’ı sarmış olan Ağa Muhammet Şah Kaçar korkusu yüzünden o yıllarda en beceriksiz ve acemi Rus generaller bile çoğu zaman hiç kan akıtmadan küçük yerel zaferler” kazanmakta, “bu küçük zaferler büyütülerek Majestelerine birer kahramanlık örneği olarak” sunulmakta “ve bunlar sayesinde büyük mevkiler elde” edilmektedir.31
Bu olaylar Sisianov’dan başka Hacı Muhtar Bey, Hüseyin Kulu Han, Mahmut Bey vasıtasıyla da anlatılıyor. Romanda Hüseyin Kulu Hanın düşünceleri vasıtasıyla siyasi durum ve içinde bulundukları çıkmaz verilmektedir. Han yıllardır Rusya ile Kaçarlar arasında bir seçim yapmaya zorlanmış ve bu baskılar arasında bunalmıştır. Hafızası birkaç yıl öncesine gider: Ağa Muhammet Şah Kaçar, hanedanını kurunca bütün Kuzeydeki Azerbaycan hanlıklarının da güneydekiler gibi kendi emrine girmesini istemiştir. Hüseyin Kulu Han onu oyalayarak zaman kazanmak ister. Fakat gaddar ve çok akıllı olan Muhammet Şah Şamahı’yı zapt ederek yağmalar. “Bakü’den de o kadar yüklü bir tazminat, para, altın ve mücevher aldı ki hanlığın top atsan yıkılmayacak olan hazinesi tamtakır kaldı.”32
Romanda devrin havasını verebilmek için bazı küçük ve önemsiz olaylardan da bahsedildiği görülüyor. Bunlar o devrin halkını, o yıllarda hâkim olan ortamı hissettirmek için anlatılmış olaylar gibi görünüyor. Bunlardan
25
Elçin,
26
Elçin,
27
Elçin,
28
Elçin,
29
Elçin,
30
Elçin,
31
Elçin,
32
Elçin,