Kardeş Sesler 2014. Анонимный авторЧитать онлайн книгу.
hissetti. Satın aldı ve mağazadan ayrıldı. Yürürken karşılaştığı sokak satıcısından bir simit aldı. Türkiye’de yabancılaşmadığı tek şey simitti. Onu çocukluğundan kalma bir hatıra gibi hep içinde saklıyor, her gördüğünde büyük bir hasretle ona sarılıyordu. Şimdi Türk kültürüyle ilgili her şeye yabancılaşmış olan bu adam simide karşı koyamamıştı. Çünkü Türkiye’deki bazı şeylerin Avrupa’da karşılığı yoktu. Hele bir simidin sıcaklığını Avrupa’nın hiçbir yemeği veremezdi. Bunu çok iyi biliyor ama kendini bu ülkede bir yabancı gibi hissediyor, insanları anlamakta zorluk çekiyordu.
Bir de isminden oldum olası hiç haz etmezdi. İsmi Gaip Âdem’di. Adını sevmezdi. Bir gün olsun merak edip anlamına da bakmamıştı.
Yine arkadaşlarıyla Beyoğlu’na geldiği günleri düşündü. Zaman içerisinde hepsiyle çeşitli sebeplerden dolayı yolları uzak düşmüş, kendine itiraf edemese de aslında bu elit gurubuyla da çok iyi anlaşamamıştı. Şimdi İstanbul’un göbeğinde Beyoğlu’nda yalnız başına dolaşıyordu. Her zamanki gibi bir kafeye girmiş. Köşedeki bir masaya ilişmişti. Elindeki torbadan “Kayıp İnsan” adlı kitabı çıkarmış ve okumaya başlamıştı. Kitap ilginç bir şekilde kendisini içine çekiyor, okudukça romandaki karakteri kendine benzetiyor ve birçok ortak nokta bularak şaşırıyordu. Romandaki karakter gibi o da bu ülkede kendini köklerinden koparılmış bir yaban otu gibi görüyordu. Ne kadar çabalasa da insanlarla konuşamıyordu. Sebebini tam olarak kestiremediği bir şekilde itildiğini, yaklaşmaya çalıştıkça daha çok uzaklaştığını fark ediyordu. Ani bir hareketle başını kaldırdı ve insanlara baktı. Herkes kendi günlük telaşı içinde birbirleriyle bir şeyler konuşuyor ama kimse onun varlığını fark etmiyordu. Sanki o yokmuş gibi davranıyorlardı veya kendisi öyle hissediyordu. İçinden, ne tuhaf sanki ben bu köşede kaybolmuşum da kimse beni görmüyor” diye düşündü.
Biraz daha kitabı okuduktan sonra torbasına koydu ve oradan ayrıldı. Canı çok sıkılmıştı. Evine geri dönmeye karar verdi. Gaip Âdem, ne olduğunu bilmeden aradığı şeyi şimdi eskiden beri geldiği İstiklal Caddesinde de bulamamıştı. Bu kadar yürüyüşten sonra iyice yorulduğunu fark etti. Şimdi daha yavaş adımlarla Cihangir’in kıvrıla kıvrıla giden dar sokaklarından birinde olan evine doğru yol alıyordu. Evinin önüne geldiğinde biraz soluklandı. Merdivenler gözünde büyüyordu. Son bir gayretle hepsini teker teker çıktı. Nihayet en üst kattaki dairesine gelmişti. Kapıyı açtı ve içeri girdi. Ayakkabılarını çıkardıktan sonra salondaki televizyonu açtı. Kayda değer bir şey yoktu. “Ne yapmalı” diye düşünürken birden kendisine babasının neden bu ismi verdiğini sordu. Hayatında bu zamana kadar hiç yapmadığı bir şey yapmaya karar verdi. Yerinden doğruldu, kütüphanesinin olduğu odaya geçti ve satın aldığı kitabı çalışma masasının üzerine bıraktı. Eline Osmanlıca-Türkçe bir sözlük aldı. İsminin manasına baktı. Gaip, kayıp; Âdem ise insan demekti. Gözü az önce koyduğu “Kayıp İnsan” adlı kitaba takıldı. O an gözlerinden iki damla yaş süzüldü. Bütün insanlar gibi o da kayıp doğmuştu. Aradığı kendisinden başkası değildi.
(Avrasya Yazarlar Birliği Edebiyat Akademisi Hikâye Atölyesi, 17.01.2014)
Azize KAYA
1979 yılında Sivas’ta doğdu. İlk orta ve lise öğrenimimi burada tamamladı. 1997 yılında Ankara’ya yerleşti. Evli ve iki çocuk annesidir.
Yazma serüveninin temelleri Rumeli göçmeni olan ailesinin hikâye ve masallarıyla atıldı. Sözlü edebiyatın güzel örneklerini babaannesinden dinledi. Her duruma uygun tekerlemeleri, manileriyle ve Kaf dağının ardındaki peri kızlarını anlatan masalları; çocuk yaşta değerlere farklı pencerelerden bakma fırsatını verdi. Edebiyatın zarif ve masum yanını büyüklerinin sayfalarca uzayan sevda mektuplarından öğrendi.
Her sohbetin edebiyata açılan bir kapısı vardı. Anadolu ve Rumeli kültürlerinin birlikte oluşturduğu ahenk her ne kadar yazıya aktarılmasa da çocuk ve ilk gençlik yıllarında Azize Kaya’yı edebiyata hazırlayan en önemli etken oldu.
Yıllarca hatıralarında ve günlüklerinde kalan yazma sevdası, 2012 yılında Avrasya Yazarlar Birliği Edebiyat Akademisiyle tanışması ile yeniden canlandı. İki yıl boyunca devam ettiği yazarlık atölyesinde Ali Akbaş Hocadan şiir, Osman Çeviksoy ve Ataman Kalebozan Hocalardan hikâye ve Hüseyin Özbay Hocadan deneme dersleri aldı.
Atölye çalışmaları yürütülen bu akademide yazdığı eserlerden bazıları Kardeş Kalemler ve Kurgan Edebiyat dergilerinde yayınlandı. Ayrıca belirli dönemlerde düzenlenen programlarla hikâye ve denemeleri okuyucuyla buluşturulup onların beğenilerine sunuldu.
Akademide geçen ilk yılın meyveleri “Kardeş Sesler 2013” adlı kitapta yayınlandı.
SERÇE
Bir süre perdenin arkasından süzülen güneş ışıklarının, kızının suratına çizdiği yaprak motiflerini izledi. Ne kadar masum ve çaresiz diye düşündü. Bir yıldır aktıkça çoğalan gözyaşlarını bu defa tuttu. Elleriyle yüzünü sıvazlayıp derin bir nefes aldıktan sonra her gün aynı umutla açtığı perdeye uzandı. Bahar mevsiminin ayrı bir güzellik kattığı çınar ağacının dalları cama kadar ulaşmıştı. Yıllardır aynı evde yaşamalarına rağmen; bu güzelliği hasta kızının yatağını cama yasladıklarında fark etmişti. Yazık, ne kadar çok şey kaçırmışım diye hayıflandı. Pişmanlık duygusunun içini ne kadar sızlattığını düşündü.
Son zamanlarda hep yaptığı gibi eşini işe uğurladı. Adam sokağı dönüp gözden kayboluncaya kadar pencereden baktı. Yıllardır unuttuğu aşk yeniden canlanmıştı içinde. Uyuyan kızını rahatsız etmemek için serum şişelerini yavaşça kaldırdı. İlaçlarını ayarladı. Eşinin yeni aldığı hikâye kitaplarını kızına okumak için sabırsızlanıyordu. Üzerinde küçük bir serçe resmi bulunan ve eve dönüş hikâyesini anlatan kitaba uzun uzun baktı. Kızına küçükken de kitap okumayı çok isterdi ama o kadar çok işi olurdu ki buna bir türlü fırsat bulamazdı. Hep ertesi gün için verilen sözlere itimadı kalmayan kız, bir süre sonra ısrarından vazgeçip kitapların sadece resimlerine bakar olmuştu.
Ayşen’in odasındaki kanepeye serdiği yatağı topladı. Kırlentleri yerleştirdi. O talihsiz günden beri eşiyle birlikte bu küçük ve rahatsız kanepede yatıyorlardı. Markası ve kalitesi için günlerce araştırdıktan sonra aldıkları konforlu yatak, odada üzeri örtülü duruyordu. Rahat bir uykuyu hiçbir şeye değişmediği günleri düşündü. Oysa şimdi kafasını nereye koysa orda uyuyabilecek haldeydi. Yine de bu yer hep kızının başucu oluyordu.
O acı günü hatırladıkça pişmanlığı artıyor ve kendini bir türlü affedemiyordu. Yine bu duygularla başladığı günlerden birine uyanmıştı. Belki de on altı yıldır, evinde bu son bir yılda geçirdiği zaman kadar vakit geçirmemişti. İş hayatı, arkadaşlar, toplantılar, sergiler, alış verişler… Dışarıda olması için o kadar çok neden vardı ki… Hafta sonları dahi mutlaka bir programı olurdu. Bu yüzden küçükken kızlarının bakıcısıyla hafta sonları da dâhil anlaşmışlardı. Yıllar hızla geçmişti. Artık evi pansiyon gibi kullanan üç kişiydiler. Evde olduklarında bile ayrı odalarda yaşıyorlardı. En çok da bunun için üzülüyor; ona daha fazla vakit ayırabilseydim tüm bunlara engel olabilirdim diye düşünüyordu.
Evde çok vakit geçirmiyorlardı ama yine de bu durum oldukça gösterişli eşyalarla döşenmiş bir dairede yaşama isteklerinden vazgeçirememişti onları. İtinayla ve bir hayli çabayla oluşturdukları ihtişamlı ev artık hiçbir şey ifade etmiyordu. Bulunduğu odaya şöyle bir baktı.