60'lardan Günümüze Azerbaycan Hikâyesi. Анонимный авторЧитать онлайн книгу.
trajik bir vakayı ele almaktadır. Yazar, hikâyenin daha ilk cümlelerinde anlatacağı hüzünlü hikâyeye zemin hazırlamıştır. Hikâye, zaman belirten ve mekânın acımasızlığını ortaya koyan şu cümlelerle başlar: “Kırk bir yılının kışı. Soğuk bir gece. Sanki canlı cansız etrafta ne varsa donup buz bağlamış, hava ıslık çalıyordu. Taş çatlıyor, ağaç çıtırdıyor, toprak çatırdıyor, nefes tıkanıyor, diken gibi boğaza saplanıyordu”(Mehmethanlı, 2013, s. 101).
“Buz Heykel”, iki ana birimden oluşmaktadır. Birinci birimde ismi verilmeyen bir genç kadın bebeğiyle birlikte soğuk kış şartları içinde düşman askerlerinden kaçmaktadır. Çocuğunu ölümün pençesinden kurtarmak isteyen anne, her türlü çareye başvurur ve neticede kendisi donarak ölürken bebeği hayatta kalır. Hikâyenin ikinci biriminde ise annenin donuşundan birkaç saat sonrası anlatılır. Bu birim, askerlerin anneyi ve bebeğini görmesiyle başlar, bebeğin askerler tarafından alınıp götürülmesiyle sonlanır.
“Buz Heykel”de ilk bakışta görünen konu; bir annenin bebeği için yaptığı fedakârlıktır ve hikâyenin teması “anne sevgisi/şefkati” olarak tespit edilebilir. Enver Mehmethanlı, hikâyesinde trajik olduğu kadar evrensel bir temaya yoğunlaşmıştır. Anne sevgisi yahut şefkati, asırlardır dünya edebiyatında hemen her edebî türde sıkça işlenen temalardan biridir. Bu bağlamda Türk edebiyatından yalnızca iki hikâye örneği vermekle yetinelim:
Modern Türk hikâyesinin önemli isimlerinden Refik Halid Karay, “Gözyaşı” adlı hikâyesinde Mehmethanlı’nın hikâyesinde işlenen vakaya ve şahıslar kadrosuna benzer bir tarzda hikâyesini kurgulamıştır. Refik Halid, “Gözyaşı”nda Dul Ayşe adlı hikâye kişisinin Balkan Savaşı esnasında sınıra çok yakın olan köylerden anayurda doğru kaçışını anlatır. Hikâyede anlatılan; çamur, karanlık ve yağmur ortasında üç çocuğuyla hayatta kalmaya çalışan bir annenin kaçışıdır. Tıpkı Mehmethanlı gibi Karay da hikâyesinde çocukları için bütün var gücüyle çabalayan bir anne portresi çizer:
“Dul Ayşe de hazırdır; bir atın üstündedir. Terkisinde, beş yaşındaki oğlu, belinden sımsıkı sarılmış, önünde üç yaşındaki kızı bir kuşakla dizlerinden eğere bağlı, kucağında bir yaşına basmayan yavrusu uykuda…
Tepelerden, ara vermeyen, soluk aldırmayan bir yağmur iniyor; kış başlangıcı yağmuru… Biliyorlar ki bu böylece sürerse ovayı su basacaktır; çaylar kabaracak, nehirler taşacak, köprüler çökecek, yol, iz kalmayacaktır. Islak gece içinde, sırsıklam bir kafile, kimi yaya kimi atla koşuyor, kaçıyor.
Öndeki ümit, ordumuza yetişmek; arkadaki korku, düşman ordularına çiğnenmek!” (Karay, 2000, s. 38).
Aynı tema etrafında şekillenen bir başka hikâye, günümüz Türk hikâyesinin temsilcilerinden Hüseyin Su’ya aittir ve “Ana Üşümesi” adını taşır. Bu hikâye, yine karanlık ve sisli bir gecede, bir ana-oğulun yolculuklarında yaşadığı sıkıntılar üzerine kurulur. Hikâyede ana-oğul, gecenin karanlığında kaybolur fakat nihayette diğer iki hikâyeden farklı bir şekilde varacakları yere ulaşırlar. Hikâyenin sonlarına doğru, “anne şefkati” tam bir dil ustalığıyla dile getirilir:
“Ali dayı, avlu kapısında karşıladı anayla oğulu. İçeri aldılar acıyarak, ahla vah-la söylenerek. Ocaktaki ateşleri öne çekerek üzerine bolca tezek vurdular. Koyu bir duman çıkararak yanmaya başladı tezekler. Sıcağı görünce elleri ayakları çözüldü. Ellerini ateşe tutarak oğlunun orasına burasına basıyor, ısıtmaya çalışıyordu. Kendi üşüdüğünün ayrımında bile değildi. ‘Çocuklar ısınsın diye anneler üşür’dü nasılsa” (Su, 2008, s. 20).
Enver Mehmethanlı’nın evrensel bir temaya eğilen “Buz Heykel” hikâyesi,“millî romantik duyuş tarzı”yla kaleme alınmış bir metindir. Şerif Aktaş, millî romantik duyuş tarzını “[şair veya yazarın] aklını ve iradesini kullanarak, sosyal ve tarihî tekevvün içinde coşkuyla kendi ‘ben’ini hissetmesi ve ortaya çıkarmasına sebep olan ruh hâli” olarak tanımlar (Aktaş, 2011, s. 34). “Buz Heykel” hikâyesinde de böyle bir ruh hâlinin tezahürü ile karşılaşırız. Enver Mehmethanlı, bu hikâyesinde millet olma bilinci ve duyarlılığını bir annenin savaş esnasında sergilediği fedakârlık ile ölümsüzleştirmeye çalışır. Hikâyenin hemen başında bu genç anne, şu cümlelerle tasvir edilir: “O genç bir anne, yavrusunu bağrına basmış, yurduna saldıran vahşi düşmanların elinden kaçmış, namusunu kara ellerden kurtarmış, kendini ve bebeğini bu merhametsiz gecenin ellerine çoktan bırakmıştır” (Mehmethanlı, 2013, s. 101).
“Buz Heykel”de olayların takdim tarzı, bakış açısı ve tema bu genç anne etrafında şekillenmiştir. Hikâyenin baş kişisi olan genç anne, millî romantik bir tarzla takdim edilen, verdiği mücadele ile hikâye boyunca yüceltilen ve neticede sembolleştirilen bir şahıs olarak ön plana çıkar. O, metnin sonunda buzdan bir heykele dönüşerek âdeta savaşın acılarını yaşayan bütün Azerbaycan kadınlarının sembolü olarak sunulmuştur. Nitekim Pervin Nuraliyeva (2013), Mehmethanlı ile ilgili kaleme aldığı bir yazıda şu yorumu yapmıştır: “‘Buz Heykel’i okuyan her çocuk kendini buzu yarıp sağ kalan çocuğun yerine koymakta, anasını kahraman görmekte ve en sonunda mücadelesini kendi çocukluğuyla kıyaslayabilir” (s. 9).
Hikâyenin diğer şahısları donmaktan kurtulan bebek ve üç askerdir.
Hikâyede mekân, fiktif/gerçeğimsi/itibarî yapıyı oluşturan önemli unsurlardan biri olarak karşımıza çıkar. Edebî eserlerde mekân, bir fon teşkil ederek işlenen olayları anlamamıza ve şahısları tanımamıza yardımcı olur. Metinde olay örgüsünü meydana getiren unsurların özellikleri ve şahısların psikolojik hâlleri mekânın da şekillenmesine etki eden faktörler olarak karşımıza çıkar. Bu bağlamda “Buz Heykel” hikâyesinde olaylar -ismi anılmamakla birlikte- Azerbaycan Türklerinin yaşadığı geniş bir toprak parçasında cereyan eder. Hikâyede annenin ulaşmaya çalıştığı “büyük toprak” ifadesiyle kastedilen dönemin SSCB’sidir. Hikâyede etrafı ormanlarla kaplı nehirler, karla kaplı toprak parçaları, sığınılan kayın ağacının kovuğu geniş mekânın parçası olarak sunulur. “Buz Heykel”de mekân, hikâye kahramanın ruh hâlini ortaya koyacak tarzda sunulmuştur.
Mekân gibi zaman unsuru da hikâyenin genel terkibini meydana getiren önemli unsurlardan biridir. Fiktif/gerçeğimsi/itibarî özellik gösteren edebî eserlerde zaman unsurunun da “gerçeğimsi” olması tabiîdir. Tahkiyeli eserlerde zaman, vaka örgüsünün sunulmasında önemli bir yere sahip olduğu için eserin tahlili esnasında da zamanın belirlenmesi ve değerlendirilmesi gerekir. “Buz Heykel” hikâyesinde işlenen olay, 1941 yılının bir kış gecesinde cereyan eder. Bu tarih, II. Dünya Savaşı’nın bütün şiddeti ile sürdüğü günlere işaret etmektedir. Mehmethanlı’nın savaş yıllarında ülkenin çeşitli bölgelerinde muhabir olarak görev yaptığı bilinmektedir. Bu görevi esnasında yaptığı gözlemler, muhtemelen hikâyesine kaynaklık teşkil etmiştir. Metnin sonuna konulan nottan da hikâyenin 1944 yılında II. Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru Bakü’de yazıldığı anlaşılmaktadır.
“Buz Heykel” hikâyesinin ilk biriminde zaman soğuk bir kış gecesidir ve hikâyede zaman mefhumu da annenin verdiği mücadelenin ağırlığını hissettirecek tarzda takdim edilir. Annenin verdiği mücadele çerçevesinde zamanın donuşu şu cümleyle vurgulanır: “(…) sanki zaman da bu gece donmuş hareket etmiyor, saniyeler ilerlemiyor ve karlı çöllerin sonsuzluğunda bir karış da olsa tükeniş alameti görünmüyor” (Mehmethanlı, 2013, s. 102). Hikâyenin ikinci biriminde ise gece nihayete ermiş, “aydınlığıyla gözleri kamaştıran ayazlı bir sabah” (Mehmethanlı,