Sovyet Öykü Seçkisi. Анонимный авторЧитать онлайн книгу.
işçi başı, dur! Yoldaşa şöyle söyle: Haritanko ve Mikişka dedi ki orman halkı yarın çağlarcada olmayacak, çağlarcanın arkasında olacak. Anladın mı?”
İşçi başı dışarı çıktı ve düşündü: “Birazdan sarhoş olduklarına şeytanlar övünecek!”
Ateş söndü, insanlar uyudu. Ay gece boyunca yer değiştirdi, daha parlak oldu. Nehrin arkasında aylakların uzaktan gelen gürültüleri ve şarkıları, akordeonun sesi, kızların söylediği şarkıların sesleri belli belirsiz bir şekilde şelalelerin gürültüsüyle yarışıyordu.
Şapkasız, uzamış, dağınık saçlarını hafifçe sallayarak, uzun ellerini gerdirerek iki siyah varlık hamamdan çıktı, kucaklaştılar ve yüz yüze tokuşup, birbirlerinin sigaralarını yaktılar. Sigaralarını içerken körler gibi elleriyle yoklayıp ayaklarını toplayarak dik tepeye oturdular ve şarkı söylemeye başladılar:
Babamın yanında bir ahmak olarak büyümedim.
Anne-babamın yanında aklı başında bilindim.
Çitlerin üzerine ineği çekeceğim
Kaderim olan felaketi sallandıracağım
Acaba orman cini ineğimi alır mı?
Saçlarına ve yüzlerine yapışan is yüzünden, birbirlerinden farksız bir hale gelmişlerdi.
“Bu kadar ikram yeter! Sen, Haritanko, nasılsın?”
“Eh, çok şükür ya! Mikişka kardeş, sigaranın yarısı kaldı, neyin içine koyalım, kalanını içmek için biraz beklemek gerek… bek-k-lemek.”
“Doğru! İşi bitirmek gerek, ordaysa ya gevezeye takılırsın ya da rahibin yanına gidersin…”
“İşi bitirdin mi? İş boş, keşke bir şarkı olsaydı kardeşim…”
“Hayır, önce işi bitirmek gerek. Duyuyor musun?”
“Neyi-i?”
“Nehrin arkasında bizim aylaklar kızlarla geziyorlar… Duyuyor musun?”
“Doğru… Öyle!”
“Daha tıkanıklığın olduğu yere gitmediler, kayıkla oraya gitmeye korktular…”
“Buraya yerleşti onlar. Kışı nehirde geçirecekler.”
“Biliyorsun işte, Hariton! Bırak on verst kadar turlayıp gelsinler.”
“Doğru söylüyorsun!”
“Ah, kafam! Gece dolunay vardı, ortalık gündüz gibi aydınlıktı. Şık şık ses çıkartan laptilerin altından küçük taşlar dökülüyordu adeta.”
İkisi nehrin kenarına indiler, uyuyan aylakların etrafında yürüdüler, toprağa batırılmış birkaç zıpkına dokundular, birisi şöyle dedi:
“İşe yaramaz insanlar! Tembellikten yağ bağladılar, zıpkınlar ise tembellikten uslu uslu duruyor.”
“El yordamıyla buldum!”
“Ucuna bak!”
El yordamıyla zıpkını bulduktan sonra iki siyah varlık sıkışıklığın olduğu yere doğru geldi ve yaklaştıkça adımları daha hızlı ve hafif bir hale geldi. Islanan laptileri zaman zaman parlıyordu.
“Bak-k!”
“Burada bir altıgen görüyorum.”
“Henüz dokunma!”
Ellerindeki zıpkınlar parladı ve oraya buraya çarptıkça tık tık diye ses çıkartıyordu. Siyah varlıklar sıkışıklığın arttığı kısma doğru gittiler ve tek bir kütüğe dokunmadan uğuldamakta olan yığının diğer tarafından kayboldular.
Yine çığlıklar duyuldu kocaman, var sesiyle:
“Tu-t-t!”
“Yakaladı-m-m!”
“Kenara indir!”
“Uzaktaki kütüğün üzerine, biliyorum!”
“Kır!”
“İn-di-i-r!”
Sağır edici bir çatırtı başladı. Kütükler şelalelerin derinliğine doğru yöneldiler, takla atarak süründüler. Su tanelerinden oluşan ve gökyüzüne kadar uzanan mavi direk, yığının altında parlıyor gibiydi. Beyaz köpüğün arasında, uçurumun derinliğinde taş örgüler duruyordu.
Artık sırılsıklam olan iki siyah varlık, vücutlarına yapışan gömlekleriyle su altı dünyasına ait canlılar gibi kütüklerin üzerinden, arasından geçtiler… Suyun var gücüyle attığı kütüklerin biri taşın üzerine doğru uçuyordu. Siyah varlıklardan biri, kütüğün üzerinde durarak kendine çarpmasına izin vermedi. Köpüklerin ve damlaların arasında parladı ve öncesinde keskin kayalıklara çarpınca yarılan ve dağılan diğer kütüğü yıldırım hızıyla yakaladı.
Siyah varlıklar damlaların arasında, gürültü, gıcırtı ve çatırtı cehenneminde susarak koşuşturuyorlardı. Kıyılardaki her girintiyi, her koyu biliyorlardı ve kütükler, her ittiklerinde bu koylara takılıyordu. Bıraktıkları kütükler taştan nehir yatağı tarafından taşınıyordu. Sırılsıklam olan siyah varlıklar ise dar girintinin kenarında bulunan duvarın üzerine oturarak birer sigara yaktılar.
“Nehir bizi yıkadı, Mikişka kardeş”.
“Sigara da bizi ayılttı, biraz daha tüttürelim bari.”
Ateşin kenarında uyuyan insanlar hışırtı, şakırtı ve gürültüden uyandılar, yerlerinden sıçrayıp, sordular:
“Kimdir o?”
“Tomruk sıkışıklığı mı?”
“Sıkışıklık!”
“Bak, görüyor musun, hamamın önündeki nöbetçi kaçtı!”
“Bu Sısovluların hileli güçleri var!”
“Evet… Artık aylaklar, çantalarınızı alın. Birazdan çağlarca taşacak!”
“Şeytanlar, gece gece rahat uyutmadınız!”
“Tıkanıklık hızla çözüldü. Köprüler bozuldu. İşçi başları yiyecek deposunu çağlarca alıp götürmesin, ormanın içine çekmesin diye güvenli bir yere koydular.
Nehrin diğer kenarından, ay ışığında gri- yeşil kıyı boyunca kirden kararmış insanlar koşturup duruyor, sesleri nehir boyunca yayılıyordu.
“Sal-lar!… Hey! Sal-la-a-r!”
“Lar-lar-lar!… l-a…”
“Lar-lar-lar”, diye yankı nehir boyunca duyuldu.
Tomruk sıkışıklığının yanındaki kamptan kinayeli sesler geliyordu:
“Delikanlı-lar-r, siz daha gezi-n-n!”
“Kadın geti-ri-n-n!”
“Durdurun!”
“N-n-n…”
“Sal-la-rı!”
Kimse tarafından korunmayan aynı hamamda rafın üzerinde, çıranın sisli ışığında iki çıplak varlık, Mikişka ve Hariton oturuyordu. Hamam sıcaktı, giysileri ocağın üzerindeki sırada kuruyordu.
Mikişka balalayka tıngırdatıyor, elleri balalaykaya kötü bir şekilde eşlik ediyor ve tellere halsizce değiyordu. Haritanko uykulu ve yarı sarhoş sesle şarkı söylemeye başladı:
Bahçede ihtiyar kadını patakladılar da mı
Genç kız kaçtı-ı?