Binbir Gece Masalları. Неизвестный авторЧитать онлайн книгу.
başım üstüne efendim. Allah biliyor ya hakkınızı ödeyemem.’ dedim ve ona teşekkür ettim.
O da denizcilere söz konusu malları indirmelerini söyledi ve onları bana emanet etti.
Geminin kâtibi, kaptana sordu:
‘Efendim, bu paketlerin içinde ne var? Üzerlerine kimin adını yazayım?’
Kaptan: ‘Üzerlerine Denizci Sinbad yaz. Bir zamanlar bizimle olan ve Rıh adasında kaybettiğimiz kardeşimizin adını… Zavallıdan bir daha haber alamadık. Şimdi bu yabancıya onun mallarını emanet ederiz, o da onları satıp payını alır. Paranın kalanını da Bağdat’a, sahibine, kendisini bulamazsak da ailesine yollarız.’
Kâtip: ‘Hakikaten de çok güzel düşünmüşsün reis!’ dedi.
Sabırla bütün tüccarların gemiden inmelerini bekledim. Gemideki herkes indi ve işleriyle meşgul olmaya başladı. Sonra cesaretimi topladım ve kaptanın yanına gidip sordum: ‘Efendim, mallarını satmamı istediğiniz Sinbad’ın kim olduğunu biliyor musunuz?’
‘Ona dair bildiğim tek şey, Bağdatlı olduğu ve Denizci Sinbad adıyla tanındığı. Birkaç tane arkadaşımızla birlikte demir attığımız bir adada boğuldu. O günden beri de ondan haber alamadım.’
Bunun üzerine bağırarak şöyle dedim:
‘Kaptan, Allah her daim sizin dostunuz ve yardımcınız olsun! Bilin ki ben Denizci Sinbad’ın ta kendisiyim ama sandığınız gibi boğulmadım. Diğer tüccarlar ve mürettebat ile birlikte ben de adaya indim. Çok güzel bir yerde tek başıma oturup meyvelerden yemeye başlamıştım. Böyle böyle oyalanırken birdenbire uyku bastırdı ve uyuyakaldım. Uyandığımdaysa gemiden ya da herhangi bir insandan eser yoktu. Bu mallar bana aittir. Elmaslar Adası’nda mücevher toplayan bütün tüccarlar da şahidimdir ki ben Denizci Sinbad’ım. Başımdan geçen her şeyi onlara anlattım. Beni nasıl unuttuğunuzu, adada nasıl uyuyakaldığımı… Kısacası başıma gelen her şeyi…’
Yolcular ve mürettebat sözlerimi duyduğunda bir kısmı hikâyemin doğruluğuna inandı, bir kısmıysa yalan söylediğimi düşündü. Elmaslar Adası’ndan bahsettiğimi duyan biri aniden yanımıza geldi ve şunları söyledi:
‘Hey millet! Söyleyeceklerime kulak verin… Yolculuğum sırasında başıma gelen inanılmaz bir şeyi anlattığımda yani Yılanlar Vadisi’nde kesilmiş hayvanımla birlikte gelen adamdan bahsettiğimde hiçbiriniz sözüme inanmadınız ve bana yalancı dediniz. Hatırlıyor musunuz?’
‘Evet, böyle bir şeyden bahsetmiştin fakat biz senin doğruyu söylediğine ihtimal vermemiştik.’
‘İşte bu adam, bana paha biçilemez elmasları veren adamdır. Benim kestiğim hayvana yapışması mümkün olmayan çoklukta elmasları bana verdi. Onunla birlikte Basra’ya kadar yolculuk ettim. Orada da bizden ayrılıp kendi ana vatanına döndü. O gerçekten de Denizci Sinbad’dır. Issız adada terk edilmiş talihsiz adam… Şimdi de Allah onu, hikâyemin doğruluğuna inanmanız için buraya gönderdi. Bu mallar da ona aittir. Bizimle birlikteyken satın aldığını hatırlıyorum. Onun sözlerine inanın.’
Tüccarın bu sözlerini duyan kaptan yanıma geldi ve bir süre beni süzdü. Sonra şunu sordu: ‘Balyaların içinde ne var?’
Ben: ‘Falan, filan…’ dedim.
Sonra da ona Basra’ya olan yolculuğumuz boyunca başımıza gelen bazı şeyleri hatırlattım. Nihayet Denizci Sinbad olduğuma ikna oldu ve boynuma sarılıp kurtuluşuma şükrettikten sonra şunları söyledi:
‘Allah, Allah! Senin başına neler gelmiş böyle? Yine de sağ salim yanımızdasın ya! Yüce Rabb’ime şükürler olsun! O ki senin malını da canını da muhafaza etti.”
Ardından ‘Elhamdülillah!’ diyerek sevincini bir kez daha dile getirdi.
Malları mümkün olduğunca çabuk elden çıkardım. Büyük bir kâr elde etmiştim ve sevinçten havalara uçuyordum. Kurtuluşum, sıhhatim ve mallarımı geri alabildiğim için Allah’a şükürler ediyordum. Tekrar gemiye bindik ve Hint adalarına varıncaya dek yolculuk yapmaya, demir attığımız limanlarda ticaretle meşgul olmaya devam ettik. Bu diyarlardan karanfil, zencefil ve çeşit çeşit baharat satın almıştık. Oradan da Sind adı verilen ülkeye gittik ve ticaretimizle meşgul olmaya devam ettik.
Hint denizlerinde sayamayacağım kadar çok değişik şeye rastladım. Mesela derisinden kalkan yapılan, yavrularını inek gibi emziren bir balık gördüm ki ağzım bir karış açık kaldı. Hele o eşeğe benzeyen balıklar yok mu? İnsanın aklını başından alır. Yirmi metre uzunluğundaki kaplumbağayı görmekse uykuları kaçırır. Bütün bunların arasında görülmeye değer bir başka şey ise deniz kabuğundan çıkıp yumurtalarını bıraktıktan sonra bir daha ortalıkta görülmeyen kuş… Bütün bunlar beni çok şaşırtmıştı gerçekten.
Yüce Allah’ın nasip etmesiyle sakin bir rüzgâr eşliğinde Basra’ya vardık. Bu yolculuğumuz oldukça bereketli geçmişti. Bu şehirde birkaç gün kaldıktan sonra Bağdat’a, memleketime döndüm. Ailem ve dostlarımla hasret giderdim. İnanılmaz bir servet biriktirmiştim. Tabii bu servetin zekâtını vermeyi ihmal etmedim ve fakir fukarayı doyurdum. Sağ salim dönüşümü kutlamak için de büyük bir ziyafet verdim. Dostlarımla ve yakınlarımla vakit geçirmek bana tüm sıkıntılarımı unutturmuştu.
İşte bu, üçüncü yolculuğum sırasında yaşadığım ilginç şeylerin özeti… Yarın, Allah’ın izniyle, buraya geldiğinde dördüncü yolculuğum sırasında yaşadığım şeyleri anlatacağım. İster inan ister inanma ama yarınki hikâye bundan bile daha ilginçtir.” demiş Denizci Sinbad.
Daha sonra deniz adamı Sinbad, kara adamı Sinbad’a yüz altın verilmesini emretmiş. Sofralar kurulmuş, akşam yemeği yenmiş ve duyduklarına hayret eden misafirler kendi yoluna gitmiş. Hamal da herkes gibi geceyi kendi evinde geçirmiş, adaşının anlattığı hikâyeleri düşünüp durmuş. Ertesi sabah, kalkıp sabah namazını kılmış ve denizcinin evine doğru yola çıkmış. Denizci, hamalın selamını almış ve ona yanında bir yer ayırmış. Kalan misafirler de gelince güzelce kahvaltılarını yapmışlar ve Denizci Sinbad hikâyesine devam etmiş…
DENİZCİ SİNBAD’IN DÖRDÜNCÜ YOLCULUĞU
Sevgili dostlarım, üçüncü yolculuğumdan sonra evime dönüp dostlarımla ve ailemle vakit geçirmeye başlamıştım. Rahatlık ve huzur bana yaşadığım bütün zorlukları ve acıları neredeyse unutturmuştu… Günlerden bir gün tüccar dostlarım beni ziyarete geldi ve yabancı ülkelere ticaret yapma bahsi açıldı. İçimdeki seyahat tutkunu adamın aklını başından alan da bu oldu. Yeniden yabancı ülkeleri ziyaret etmek, farklı insanlarla tanışmak ve ticaret yapıp para kazanmak istiyordum. Bu sebepten onlarla yolculuk etmeye karar verdim. Seyahat için ihtiyacım olan şeylerle birlikte envaiçeşit değerli mal satın aldım. Sonra eşyalarımı Bağdat’tan Basra’ya taşıdım ve o şehrin ileri gelenlerinden olan tüccar arkadaşlarımla buluştum.
Yüce Allah’ın izniyle yola çıktık. Hafif bir rüzgâr eşliğinde rahatça seyahat ediyor, farklı adalarda ve denizlerde dolaşıp duruyorduk. Fakat günlerden bir gün şiddetli bir rüzgâr ters yönden esmeye başladı. Kaptan da gemi, okyanusun ortasında alabora olur korkusuyla derhâl demir attı. Bu korkuyla hepimiz Rabb’imize dua etmeye ve ondan yardım dilemeye başladık. Bizler dua etmekle meşgulken şiddetli bir kasırga gemimizi vurdu ve yelkenlerimizi paramparça etti. Çapanın zinciri koptu ve gemi batmaya başladı. Biz de kendimizi derhâl denize attık. Ben yarım gün boyunca yüzdüm fakat tam da umutsuzluk içinde hayatımdan vazgeçmişken Rabb’im bana geminin döşemelerinden kalın bir tahta parçası gönderdi. Birkaç tüccar arkadaşım ile birlikte bu tahta