Pollyanna. Элинор ПортерЧитать онлайн книгу.
de benden alacaksın. Yemek pişirmesini bildiğini de pek sanmam. Yoksa, biliyor musun?”
“Yeni yeni öğrenmeye başlamıştım. Şimdi pek bir şey bilmiyorum. Çünkü o hanımların yemek konusundaki düşünceleri dikişte olduğundan daha çeşitli, birbirinin zıddıydı. Önce ekmek yapmasını öğreteceklerdi ama iki hanımın yemek pişirme usulü birbirininkine hiç benzemiyordu. Bu yüzden, aralarında uzun uzadıya tartıştılar, haftada bir gün birinin, bir gün de öbürünün evinde yemek dersi almamı kararlaştırdılar. Bu da pek iyi sonuç vermedi. Ancak kakaolu şekerleme ile incirli pasta yapmayı öğrenebildim. Sonra sonra da yemek derslerini bıraktık.”
“Demek kakaolu şekerleme ile incirli pasta yapmasını biliyorsun, öyle mi? Yemek konusunda daha çok bilgi edinmen için de bir çare düşüneceğim elbet.”
Bayan Polly birkaç dakika hiç konuşmadan düşündü. Sonra ağır ağır konuşmaya başladı:
“Her sabah dokuzda bana gelirsin, yarım saat kitap okursun. Bana gelmeden önce bu odayı toplayacaksın. Çarşamba, cumartesi günleri sabah saat dokuz buçuktan sonra mutfağa gider, Nancy’den yemek pişirmesini öğrenirsin. Öteki günler öğleden önce benimle dikiş dikeceksin. Öğleden sonraları ise müzik derslerini yapmaya bol bol zaman bulacaksın. Hiç vakit kaybetmeden sana bir piyano öğretmeni bulmalıyım.”
Bayan Polly sözlerini bitirir bitirmez ayağa kalkmıştı. Pollyanna dehşet içinde haykırdı:
“İyi ama, Polly teyze, yaşamak için zaman bırakmadınız ki bana!”
“Yaşamak mı dedin, çocuğum? Ne demek istiyorsun yani? Sanki bu dediklerimi yapmak yaşamak değil mi?”
“Bütün bu işleri yaparken soluk alacağım, hareket edeceğim elbette ama yaşamak denmez ki buna. İnsan uykudayken de soluk alıp verir. Ama, o zaman da yaşıyor muyuz? Bana kalırsa yaşadığımız zamanlar istediklerimizi yaptığımız zamanlardır. Dışarıda oyun oynamak, kendi kendime kitap okumak, tepelere tırmanmak, bahçede Bay Tom’la içeride Nancy ile konuşmak, dün gelirken önlerinden, aralarından geçtiğim o güzelim evler, sokaklar üzerine araştırmalar yapmak… İşte bunları yapabilmeye yaşamak derim ben, Polly teyze. Sadece soluk almak yaşamak değildir ki.”
Bayan Polly şaşkın şaşkın basını kaldırarak: “Sen çok garip bir çocuksun, Pollyanna!” dedi. “Oyun oynamaya da zaman bulacaksın elbette. Yalnız, şunu hiç unutma: Senin eğitimine, okumana dikkat etmek nasıl benim görevimse, çalışıp benim çabalarımı boşa çıkarmamak, yapılanları nankörce ziyan etmemek de senin görevindir.”
Küçük kız, şaşırarak: “Polly teyze,” diye mırıldandı. “Ben size nankörlük edebilir miyim hiç? Her şeyden önce sizi çok, pek çok seviyorum. Sonra siz Yardımseverler Derneği’nin bir üyesi değil, benim gerçek teyzemsiniz.”
“Peki öyleyse, yavrum, bugünden tezi yok, sana yapılan iyiliklere layık olmaya çalışmalısın.”
Bayan Polly kapıya doğru yürüdü. Odadan çıkmış, merdivenden aşağı inmeye başlamıştı. Tam bu sırada arkasından ürkek bir ses duyuldu:
“Affedersiniz ama, Polly teyze, elbiselerimden hangilerini yoksullara verilmek üzere ayıracağımızı söylemediniz.”
Bayan Polly yorgun yorgun içini çekti:
“Sana söylemeyi unuttum, Pollyanna. dedi. “Bugün öğleden sonra Timothy bizi şehre götürecek. Getirdiğin elbiselerin hiçbirini benim yeğenim giyemez. Onlardan birini giyip dışarı çıkmana izin verirsem görevimi yapmamış olurum.”
Bu defa da iç çekme sırası Pollyanna’ya gelmişti. Sık sık tekrarlanan bu “görev” kelimesinden nefret edecekti galiba. Yalvaran bir sesle: “Polly teyzeciğim.” dedi. “Acaba… Şey… Acaba yani bu ‘görev’ dediğiniz şeyin size sevinç verecek bir yanını bulamaz mısınız?”
Bayan Polly büyük bir şaşkınlık içinde başını kaldırıp yukarıya baktı.
“Ne?” diye sordu. Sonra birdenbire yanakları kıpkırmızı kesildi, merdivenden aşağıya koşar gibi hızla inmeye koyuldu. “Saygısızlık etme, Pollyanna!” diye haykırdı.
Küçük kız, tavan arasındaki o ufacık, sıcak odada, bir sandalyeye oturmuştu. Beyninin içinde “görev” kelimesi durmadan daireler çizerek dans ediyordu. Pollyanna içini çekti, sonra kendi kendine söylendi : “Saygısızlık bunun neresinde acaba? Bunu bir türlü anlayamadım. Görev dediği şeyin sevinilecek bir yanını bulamaz mı diye sormuştum yalnız teyzeme.”
Pollyanna yerinden hiç kıpırdamadan dakikalarca sessiz sedasız oturdu. Yatağının üzerine yığılmış, o zavallı paçavra yığınlarına, yani elbiselerine, acı dolu gözlerle uzun uzun baktı. Sonra ağır ağır yerinden kalktı, elbiselerini dolaba taşıdı. Bir yandan da kendi kendine: “Şimdi her şeyi anlıyorum.” diyordu. “Bunun sevinmeye çalışılacak bir yanı yok. Görev ancak tam olarak yapılırsa insan sevinebilir demek.”
“DAMDA BİRİ VAR!”
O gün saat bir buçukta Timothy, hanımıyla yeğenini, evden bir kilometre kadar uzakta, birkaç büyük mağazanın bulunduğu semte götürdü.
Teyze ile yeğenin girdiği mağazada küçük Pollyanna’ya yeni elbiseler seçmek işi mağazada çalışanları enikonu heyecanlandırmıştı. Bayan Polly de bu işi bitirince bayağı rahatladı. Sanki incecik bir kabuk bağlamış yanardağın üzerinden geçmiş de sağlam toprak parçasına kavuşmuş gibiydi. Teyze ile yeğene hizmet edenler işlerini bitirdikleri zaman hepsinin yüzleri kıpkırmızı olmuş, şakakları terlemişti ama ondan sonra tam bir hafta arkadaşlarına Pollyanna’yı anlatacaklar, küçük kızın tuhaflıklarıyla onları gülmekten katıltacaklardı.
Pollyanna da içinden gelen bir gülümsemeyle alışverişin sona ermesini bekliyordu. Heyecanını çıraklardan birine anlatırken şöyle demişti:
“Sizi misyoner sandıkları, Yardımseverler Derneği üyelerinden başka giydirecek kimseniz yoksa o zaman anlarsınız doğrudan doğruya bir mağazaya girip bedeninize uymadığı için uzatıp kısaltmak ihtiyacı duyulmadan elbiseler almanın değerini.”
O gün akşama kadar alışverişle vakit geçirdiler. Onun arkasından akşam yemeğini zevkle yediler. Pollyanna daha sonra Tom Baba ile bahçede tatlı tatlı konuştu. En sonra da Bayan Polly bir komşuya gittiği için bulaşıklar yıkandıktan sonra Nancy ile arka balkonda uzun uzun konuşma imkânını buldu.
Tom Baba, Pollyanna’ya annesini bol bol anlatmış, kızcağız da bundan pek memnun kalmıştı. Nancy ise Pollyanna’ya on kilometre uzaktaki küçük çiftliği, orada annesiyle kardeşlerinin nasıl yaşadıklarını anlattı. Bayan Polly izin verirse bir gün onu alıp çiftliğe götüreceğine dair söz verdi.
“Kardeşlerimin çok güzel adları var. Algernon, Florabelle, Estelle. Ben kendi adımı hiç sevmiyorum.”
“Aman, Nancy, neler söylüyorsun! Adını neden sevmiyorsun bakalım?”
“Benim adım başkalarının adları gibi güzel değil de ondan . Biliyor musunuz, ben annemin ilk çocuğuyum. Kadıncağız o zamanlar içinde güzel adlar bulunan romanları yeni yeni okumaya başlamışmış.”
“Sen ne dersen de, ben Nancy adını çok seviyorum. Çünkü o adı sen taşıyorsun.”
“Ama, Küçük Hanım’cığım, Clarissa Mabelle’i de Nancy kadar severdin sanırım. Yalnız, arada bir fark olacaktı. O zaman ben de kendimi mutlu hissedecektim. Bu ada bayılırım ben.”
Pollyanna bir kahkaha attı.
“Üzülme. Adın Hepzibah olmadığı için de ayrıca sevinmelisin.”
“Hepzibah