Gora. Rabindranath TagoreЧитать онлайн книгу.
da terasta oturdu ve canını yakan dikenin yerini bulmaya çalıştı. Akşam serinliğinin kalbindeki ateşi söndüreceğini sanıyordu, ne var ki bu bir işe yaramadı. İçinde ona ağlama isteği veren tanımlayamadığı bir sıkıntı vardı ama gözünden bir damla bile yaş gelmedi.
Suçarita’yı yiyip bitiren şey, tanımadığı küstah bir gencin, alnında kastının sembolüyle evlerine gelmesi ya da bir tartışmada onu alt etmenin ve gururunu kırmanın olanaksızlığını kabullenmek zorunda kalması değildi. Bunun mantıklı bir açıklama olmadığını bilen genç kız başka bir neden arıyordu ve gerçek nedeni anladığında utançtan kıpkırmızı kesildi. O delikanlıyla iki üç saat yüz yüze oturmuştu, arada bir onu savunarak tartışmaya katılmıştı ama Gora kızla hiç ilgilenmemişti, giderken ona selam bile vermemişti, başından sonuna kadar onun varlığının farkında değilmiş gibi davranmıştı. Kendisini bu kadar çok üzen şeyin ilgisizlik olduğundan artık emindi. Binoy’un da kaba davranışları olmuştu ama bu doğaldı çünkü kadınlarla birlikte olmaya alışkın değildi, onun için çekingendi ve öz güveni yoktu. Ama Gora’nın kabalığının nedeni tamamen farklıydı.
Gora’nın ilgisizliğine dayanmak ya da onu tamamen silip atmak Suçarita için neden bu kadar zordu? Onun ilgisizliğine karşın, kendini kontrol altında tutamayıp sık sık söze karıştığını düşündükçe utançtan ölmek istiyordu. Gora yalnızca bir kez, öfkeyle Haran’ı haksızlık yapmakla suçladığında ona bakmıştı. Bu bakışta utanç belirtisi yoktu ama ne olduğunu anlamak da olası değildi. Ona akıl danışılmadığı hâlde erkeklerin sözüne karıştığı için kendini kanıtlamaya çalışan şımarık bir kız olduğunu mu düşünmüştü? Onun düşüncesi neyi değiştirirdi? Hiçbir şeyi değiştirmezdi, Suçarita bunu biliyordu ama bu onu avutmaya yetmiyordu. O akşamı unutmak, tamamen belleğinden silmek için çok uğraştı fakat bunu yapamadı. Sonra içinde Gora’ya karşı bir öfke duydu ve bu boş inançlı, küstah gencin adını nefretle anmak istedi. Ama bunu da başaramadı, sesi gök gürültüsünü andıran o dev adamın kararlı bakışları gözünün önünde canlandığında öz güvenini yitiriyor ve onun karşısında kendini küçülmüş hissediyordu.
İçindeki çelişkili duygulara karşı bir savaş veren Suçarita gece geç saatlere kadar oturdu. Herkes odasına çekilmişti ve ışıklar sönmüştü. Ön kapının kapandığını duydu, demek ki hizmetçilerin işi bitmişti ve yatmaya hazırlanıyorlardı.
O sırada üzerinde geceliğiyle Lolita geldi ve hiçbir şey söylemeden korkuluğa dayanıp durdu. Suçarita gülümsedi. O gece Lolita ile yatacağına söz vermiş ve bunu tamamen unutmuştu; doğal olarak şimdi ona kızgındı. Unutkanlığı için Lolita’dan özür dilemesinin işe yaramayacağını biliyordu çünkü unutkanlık başlı başına bir suçtu. Lolita insanlara verdikleri sözleri anımsatacak yapıda bir insan değildi. Üzüldüğünü belli etmeden uzun süre yatakta kalmıştı ama zamanla hayal kırıklığı artmıştı ve daha fazla beklemeye dayanamayan kız yataktan çıkıp hâlâ uyanık olduğunu göstermek için sessizce ablasının yanına gelmişti.
Suçarita yerinden kalktı ve yavaşça Lolita’nın yanına giderek: “Lolita, bir tanem, lütfen bana kızma.” dedi.
Homurdanarak ondan uzaklaşan Lolita: “Kızmak mı?” diye sordu. “Neden kızacakmışım ki? Sen oturmana bak.”
“Haydi, yatağa gidelim.” dedi Suçarita yalvaran bakışlarla, sonra onun elini tuttu.
Lolita karşılık vermeden olduğu yerde kalınca, Suçarita onu yatak odasına kadar sürükledi.
Lolita boğuk bir sesle sordu: “Neden bu kadar geç kaldın? Saatin on bir olduğunu bilmiyor musun? Her saat başı guguklu saatin sesini duydum ve seni bekledim. Ama artık çok geç oldu, uykun geldiği için benimle konuşamayacaksın.”
“Özür dilerim hayatım.” dedi onun yanına giden Suçarita.
Onun hatasını kabul etmesiyle birlikte Lolita’nın öfkesi yatıştı ve bir anda sakinleşti. “Bunca zamandır tek başına oturmuş kimi düşünüyorsun Didi?” diye sordu. “Panu Babu’yu mu?”
“Ah, saçmalama!” diye bağırdı Suçarita onu azarlarcasına.
Lolita, Panu Babu’ya dayanamıyordu. Ama delikanlının Suçarita’ya duyduğu ilgiyi kız kardeşleri gibi alaya almaktan da hoşlanmıyordu. Haran’ın ablasıyla evlenmek istediğini düşündükçe öfkeden deliye dönüyordu.
Kısa bir suskunluktan sonra Lolita, ablasına sordu: “Binoy Babu çok tatlı bir insan, değil mi Didi?” Bunu Suçarita’nın duygularını öğrenmek amacıyla sorduğunu anlamak için dâhi olmaya gerek yoktu.
“Evet canım, Binoy Babu gerçekten iyi bir insana benziyor.”
Lolita’nın beklediği yanıt bu değildi, onun için konuşmayı sürdürdü: “Sen ne dersen de Didi, ben Gourmohan Babu’nun çekilmez biri olduğunu düşünüyorum. Ne kadar garip bir ten rengi var, yüz hatları ne kadar sert! Üstelik çok da ukala! Senin üzerinde nasıl bir izlenim bıraktı?”
“Bana göre aşırı dindar bir insan.” diye yanıt verdi Suçarita.
“Hayır, sorun bu değil!” diye haykırdı Lolita. “Amcamız da çok dindardır ama aralarında fark var. Ben… Ben… Bunu nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum.”
“Evet, gerçekten çok farklılar!” diye güldü Suçarita. Bunu söylerken gözünün önünde Gora’nın geniş, beyaz alnındaki kast sembolü canlandı ve öfkesi tekrar kabardı. Gora, giyimi ve davranışıyla onlara açıkça, “Ben sizden farklıyım!” demişti. Onun gururunun kırıldığını görmekten başka hiçbir şey Suçarita’nın öfkesini yatıştıramazdı.
Konuşmalarının hızı yavaş yavaş kesildi ve uykuya daldılar. Suçarita sabahın ikisinde şiddetli yağmurun sesiyle uyandı. Odanın köşesindeki lamba sönmüştü ve gökyüzünde çakan şimşeklerin ışığı cibinlikten süzülüp yataklarını aydınlatıyordu. Gecenin sessiz karanlığında hiç durmaksızın yağan yağmurun sesi genç kızın sinirini bozuyordu. Yatakta bir yandan diğerine dönüp dururken, kıskançlıkla derin bir uykuda olan Lolita’nın yüzüne bakıyordu; o gece bir daha uyuyamadı.
Huzursuzca yataktan çıktı ve balkon kapısına doğru yürüdü. Kapıyı açtı ve arada bir esen rüzgârla birlikte onu ıslatan yağmur damlalarını izlemeye başladı. O akşam olup biten her şeyi bir bir aklından geçirdi. Gora’nın batmakta olan güneşin ışınlarıyla kızıla boyanan heyecanlı yüzü, sofrada dinlediği ama sonradan unuttuğu konuşmalar ve delikanlının kalın ve boğuk sesiyle birlikte yeniden gözünün önünde canlanmıştı.
Sesi kulaklarında çınladı: “Sizin cahil dediğiniz insanlar, benim partimin insanları. Sizin batıl inanç dediğiniz şey, benim dinim! Ülkenizi sevmediğiniz ve kendi insanlarınızın yanındaki yerinizi almadığınız sürece ana vatanımız hakkında bir tek kötü söz bile söylemenize izin veremem.” Haran ona şöyle karşılık vermişti: “Herkes sizin gibi düşünürse ülkede nasıl reform yapılır?” Bunun üzerine Gora, “Reform mu?” diye kükremişti. “Bu biraz daha bekleyebilir, sevgi ve saygı reformdan önce gelir. Biz bir birlik olmayı başarırsak, o zaman ülkede reformlar kendiliğinden yapılır. Size kalsa, ayrılıkçı politikanızla ülkeyi yüzlerce parçaya bölersiniz. Bizim ülkemiz boş inançları olan insanlarla dolu ve siz, boş inançları olmayanlar, kendinizi onlardan üstün görüyor ve onlara tepeden bakıyorsunuz! Ama herkesten daha üstün olsak bile, kendimizi insanlarımızdan ayrı görmememiz gerekir! Biz birleşip bir bütün olacağız, hangi inançlarımızın kalacağına, hangilerinin yaşamımızdan çıkacağına ülkemiz ve ülkemizin Tanrı’sı karar verecek.”
Haran