. Читать онлайн книгу.
onu utandırmaktan başka bir işe yaramazdı ama yoldan geçenlere, hiç olmazsa bir beyefendinin bir başkasının zorbalığının karşılığını ödemek ve bir yoksulun hakkını savunmak için bir şeyler yapma gereğini duyduğunu göstermek istiyordu.
Sepet dolduktan sonra Gora adama şöyle söyledi: “Bu sizin kaldıramayacağınız kadar büyük bir kayıp olmalı. Bizimle eve kadar gelirseniz, sepetinizi tekrar doldururuz. Ama önce size bir şey söyleyeceğim. Bir tek sözcük bile söylemeden böyle aşağılanmaya katlandığınız için Allah sizi hiçbir zaman bağışlamayacak.”
“Allah bu haksızlığı yapanı cezalandıracaktır.” dedi Müslüman. “Neden beni cezalandırsın ki?”
“Haksızlığa boyun eğen kişi de suçludur.” dedi Gora. “Çünkü bu dünyadaki bütün kötülüklerin kaynağı odur. Beni anlamayabilirsiniz ama unutmayın, yalnızca dindar olmakla dinin gereklerini yerine getiremezsiniz, bu kötülere cesaret vermekten başka bir işe yaramaz. Sizin Muhammed’iniz bunu çok iyi biliyordu. Bu nedenle size uysalca boyun eğmeyi öğütlememiştir.”
Kendi evi uzakta olduğu için Gora yaşlı adamı Binoy’un evine götürdü. Yazı masasının önünde durarak: “Paranı çıkar.” dedi.
“Dur bir dakika.” dedi Binoy. “Anahtarı alayım.”
Ama kilit, sabırsızlanan Gora’nın gücüne dayanacak kadar sağlam değildi, çekmecenin kulpuna asılınca çekmece kendiliğinden açıldı. Gora’nın gördüğü ilk şey Pareş Babu’nun büyük bir aile fotoğrafı oldu. Binoy onu genç arkadaşı Satiş’ten almıştı. Adama biraz para verip gönderen Gora, fotoğraf hakkında tek bir şey bile söylemedi. Kafasından geçenleri söyleseydi, Binoy’un içi rahatlayacaktı ama onun suskun kaldığını görünce konuyu açmak istemedi.
“Ben gidiyorum!” dedi Gora birdenbire.
“Ne kadar kibarsın!” dedi Binoy sesini yükselterek. “Yalnız mı gideceksin? Annenin beni yemeğe çağırdığını bilmiyor musun? Ben de seninle geliyorum!”
Birlikte evden çıktılar. Dönüş yolunda Gora’nın ağzını bıçak açmadı. O fotoğrafı gördükten sonra Binoy’un kalbinin sesinin onu kendi yolundan ayırıp bambaşka bir yere götürdüğünü anlamıştı.
Binoy onun suskunluğunun nedenini çok iyi biliyordu ama kendinde aradaki görünmeyen duvarı yıkacak cesareti bulamıyordu çünkü Gora’nın kafasının arkadaşlıklarına ciddi darbe vuracak bir şeye takıldığını hissediyordu.
Eve vardıklarında Mohim’i kapının önünde durmuş, onları beklerken buldular. İki arkadaşı görür görmez: “Nerede kaldınız?” diye haykırdı. “Gece sabaha kadar oturduktan sonra yolda uyuyup kaldığınızı düşünmeye başlamıştım. Çok geç oldu. Haydi, içeri girip temizlen Binoy.”
Binoy’u gönderdikten sonra Gora’ya dönerek: “Dinle beni Gora.” dedi. “Sana söylediğim şeyi çok iyi düşünmelisin. Binoy senin ölçülerine göre yeterince dindar olmayabilir ama biz ondan iyisini nereden bulacağız? Yalnızca dindarlık yeterli değildir, eğitim de önemlidir. Kutsal metinlerimizin din ile eğitimi bağdaştırmadığını kabul ediyorum ama bir insanın hem dindar, hem de eğitimli olması kötü bir şey değildir. Eğer bir kızın olsaydı, sen de benim gibi düşünürdün.”
“Bu sorun değil dada.” diye karşılık verdi Gora. “Binoy’un buna karşı çıkacağını sanmıyorum.”
“Şuna bakın!” diye haykırdı Mohim. “Binoy’un buna karşı çıkmasından korkuyor. Beni endişelendiren onun değil, senin düşüncen. Binoy ile konuşmadığın sürece içim rahat etmeyecek. Onu ancak sen ikna edebilirsin ama sen de bunu başaramazsan, o zaman elimizden bir şey gelmez.”
“Onunla konuşacağım.” dedi Gora.
Bunun üzerine Mohim düğün hazırlıklarına başlamanın zamanının geldiğini düşündü.
Gora ilk fırsatta Binoy’a: “Dada, Sasi ile evliliğin konusunda bana baskı yapmaya başladı.” dedi. “Sen bu konuda ne düşünüyorsun?”
“Önce bana ne istediğini söyle.”
“Bunun kötü bir fikir olmadığını düşünüyorum.”
“Ama eskiden böyle düşünmezdin. Biz evlenmemeye karar vermemiş miydik? Bu kararın değişmeyeceğini sanıyordum.”
“Benim için değişmedi ama senin için değişti.”
“Neden? Neden kutsal yolculuğumuz için farklı yollar seçmemizi istiyorsun?”
“Ben bu işte yollarımızın ayrı olduğuna inanıyorum. Tanrı bazı insanları omuzlarında ağır yüklerle dünyaya gönderir, bazılarına da var olmanın hafifliğini yaşatır. Bu iki insanı aynı arabaya koşarsan, onu aynı güçle çekmeleri için birini yüklemek zorunda kalırsın. Biz eninde sonunda aynı hızla hedefe doğru ilerleyeceğiz ama önce senin evliliğin yükünü sırtına alıp hızını biraz kesmen gerekiyor.”
“Tamam.” diye gülümsedi Binoy. “Beni istediğin gibi yükleyebilirsin.”
“Bu yükün içeriği konusunda bir itirazın yok mu?”
“Amaç benim hızımı kesmekse, içinde ister taş olsun, ister tuğla, hiç fark etmez.”
Binoy, Gora’nın onu evlendirmek için neden o kadar hevesli davrandığını biliyordu. Onun, arkadaşını Pareş Babu’nun kızlarından birine kaptırmamak için gösterdiği çaba hoşuna gitmişti.
Öğle yemeğinden sonra bir önceki gecenin yorgunluğunu çıkarmak için uzun bir uykuya yattılar. Akşamın gölgeleri kentin üzerine çökene kadar hiç konuşmadılar, sonra terasa çıktılar.
Binoy gökyüzüne bakarak: “Dinle Gora.” dedi. “Sana bir şey söylemek istiyorum. Bana öyle geliyor ki, bizim vatanseverliğimizde eksik kalan bir nokta var. Yalnızca Hindistan’ın yarısını düşünüyoruz.”
“Nasıl?” diye sordu Gora. “Ne demek istiyorsun?”
“Hindistan’ı bir erkek ülkesi olarak görüyoruz; kadınları tamamen boşluyoruz.”
“İngilizlere benziyorsun.” dedi Gora. “Her yerde kadın görmek istiyorsun; evde ve dışarıda; karada, suda ve gökyüzünde; yemekte, eğlencede ve işte. Herkes senin gibi düşünseydi, kadınlar, dünya gibi ay ile güneş arasına girer ve erkekleri gölgede bırakırdı. Böylece senin kuramını da bizimle birlikte gölgede kalırdı.”
“Hayır!” dedi Binoy. “Konuyu böyle kapatmana izin vermeyeceğim. Benim İngilizler gibi düşünüp düşünmemem neden senin için bu kadar önemli? Ben yalnızca ülkemizde erkeklerin kadınlara hak ettikleri değeri vermediklerini söylemeye çalışıyorum. Seni ele alalım, kadın haklarını bir an olsun düşünmediğinden eminim. Sen Hindistan’ı kadınsız bir ülke olarak görüyorsun, bu doğru bir düşünce tarzı değil.”
“Ben annemi tanıyorum, onda ülkemin bütün kadınlarını görüyorum ve yerlerinin neresi olması gerektiğini biliyorum.”
“Sen kendini kandırmaktan başka bir şey yapmıyorsun.” dedi Binoy. “Bir insan, kendi evindeki kadınları görerek onların hakkında bir fikir edinemez. İngiliz toplumuyla bizimki arasında bir kıyaslama yaparsam bana kızacağını biliyorum, onun için bunu yapmak istemiyorum. Bizim kadınlarımızın uygunsuz davranışlarda bulunmadan toplum yaşamına ne dereceye kadar ve nasıl ayak uyduracaklarını da bilmiyorum. Sana yalnızca şunu söyleyeceğim, kadınlarımız kendilerini sarilerinin arkasında gizledikleri sürece ülkemizin gerçek yüzünü göremeyiz ve onu bütün kalbimizle sevemeyiz.”
“Nasıl