Üç Kalp. Джек ЛондонЧитать онлайн книгу.
hakkında, bir zamanlar sevdiğim adam demişti. Artık Henry’yi sevmiyordu. Onu önceden sevmişti ama artık âşık değildi. Leoncia, duyarlı ve hassas bir kadın olan Leoncia, diğer adam hâlâ hayattayken elbette ki başka bir erkeğe sevgisini veremezdi. Bu, onun çok fazla göze çarpmayan özelliğiydi. Torres her zaman kendi inceliğiyle övünürdü ve onun gizli kalmış bu düşüncesini şimdi anlayabiliyor olmaktan da gurur duyuyordu. Ve… Pekâlâ, karar vermişti, ertesi sabah onda ölecek olan adamın infazının ne ertelenmesi ne de bu infazdan kurtulması gerekiyordu. Net olan tek bir şey vardı, Leoncia’yı en kısa sürede kazanmak istiyorsa Henry Morgan’ın bir an önce ölmesi gerekiyordu.
“Gel.” dedi Leoncia. “Diğerlerine katılalım. Şimdi Henry Morgan’ı kurtarmak için plan yapıyorlar ya da bir şeyler bulmaya çalışıyorlar.”
Grubun sohbeti, sanki Torres’e karşı şüphe duyuyorlarmış gibi onlara doğru yaklaştıklarında durmuştu.
“Bir şey bulabildiniz mi?” diye sordu Leoncia.
Yaşlı Enrico, ihtiyarlığına rağmen tıpkı oğullarından biri gibi dimdik duruşuyla, narin ve zarif bir şekilde başını sallıyordu.
“Eğer izin verirseniz, bir planım var.” diye konuşmaya başladı Torres ancak çiftlik sahibinin en büyük oğlu Alesandro’nun sert bir uyarı bakışıyla durdu.
Meydanın aşağısına doğru yürüyüşe geçtikleri sırada ortaya korkuluk gibi görünen iki dilenci çocuk çıkmıştı. Gözleri ve yüzlerindeki afacan ifadeden en fazla on yaşında oldukları tahmin edilebiliyordu. Her ikisi de üzerlerinde garip birer kıyafet taşıyordu, öyle görünüyordu ki sanki bir gömlek ve pantolonu paylaşıyorlardı. Ama nasıl bir gömlek! Nasıl bir pantolon! Çocuklardan biraz daha uzun boylu olanı, pantolonun bel kısmını boynuna sarmış, omuzlarından kaymaması için düğüm atılmış bir iple bağlamıştı. Kolları, pantolonun yan ceplerinin olması gerektiği deliklerden dışarı çıkıyordu. Pantolonun bacakları, kol boyuna uyması için bir bıçak vesilesiyle kesilerek kısaltılmıştı. Diğer çocuğun üzerine giymiş olduğu gömleğin kuyruğu ise yerlerde sürükleniyordu.
“Haydi!” diye bağırdı Alesandro onlara, öfkeli bir şekilde.
Ama pantolonun içindeki çocuk, çıplak başının üzerinde taşıdığı ağır taşı kaldırarak mektubu ortaya çıkardı. Alesandro eğildi, mektubu aldı ve para için dilenmeye başlayan çocukların arasından geçerek onu Leoncia’ya uzattı. Francis, iki çocuğun gösterisini gülümseyerek izleyip onlara birkaç parça gümüş bozukluk fırlattı, bunun üzerine gömlek ve pantolon bir anda ortadan yok oldu.
Mektup Henry’den geliyordu ve Leoncia aceleyle yazılanlara göz attı. Bu tam olarak bir veda değildi, tamamen akılalmaz bir kaza dışında ölmeyi asla beklemeyen bir adamın yazdığı sözlerdi.
Yine de Henry, böylesine akılalmaz bir durumun mümkün olması ihtimaline karşın elveda demeyi başarmıştı ve Leoncia’ya kendisine çok benzediği için hatıralarını canlı tutacağına inandığı Francis’i unutmamasını alaycı bir tavırla tavsiye etmişti.
Leoncia’nın dürtüsel olarak ilk tepkisi, mektubu diğerlerine göstermek olmuştu ancak Francis konusundaki yorum onu germişti.
“Henry’den gelmiş.” dedi, mektubu koynuna koyarak. “Önemli hiçbir şey yazmamış. Bir şekilde bu durumdan kaçacağına dair en ufak bir şüphesi yok gibi görünüyor.”
“Bunu yaptığını da göreceğiz.” dedi Francis olumlu bir şekilde.
Ona minnettar bir gülümsemeyle baktıktan sonra, Torres’e sorgulayıcı bakışlarını yönelten Leoncia şöyle dedi:
“Bir plandan mı bahsediyordunuz, Senyör Torres?”
Torres bıyıklarını bükerek sinsice gülümsedi ve sanki çok önemli bir şeyler söylemek üzereymiş gibi bir tavır takındı.
“Sadece tek bir yol var, Anglo-Sakson yolundan Gringo’yu çıkarmak ancak o noktadan bu sağlanabilir. Tam olarak doğru nokta orası. Doğrudan, acımasız ve sert bir biçimde, tıpkı Gringo tarzında Henry’yi hapisten çıkaracağız. Onların beklemeyecekleri tek şey bu. Bu yüzden başarılı olacağız zaten. Sahil kıyısında hapishaneyi parçalamaya bile güçleri yetecek kadar etrafta boş dolaşan serseri var. Onları bu konuda işe alacak, karşılığını da gayet iyi verecek olursanız ve önden peşin olarak bir de avans verirseniz, bu işi kesinlikle başarırlar.”
Leoncia onun bu açıklamasını başıyla onayladı. İhtiyar Enrico’nun gözleri parlıyordu, sanki barut kokusu alıyormuş gibi burun delikleri açılmıştı. Genç oğulları ise onu örnek alarak şevke gelmişlerdi. Hepsi de bu fikrin uygunluğunu öğrenmek ve onayını almak için Francis’e bakıyordu. Başını yavaşça salladı, Leoncia, onun ifadesinden dolayı hayal kırıklığı ile bir çığlık attı.
“Bu yol kesinlikle umutsuz.” dedi. “Neden hepiniz baştan itibaren başarısızlığa mahkûm olan böylesine çılgınca bir fikirle kendinizi riske atıyorsunuz ki?” Konuşurken, bir anlığına Torres ile diğer adamlar arasında kalacak şekilde Leoncia’nın yanından korkuluklara doğru uzun adımlarla ilerledi ve bu sırada Torres’e belli etmeden Enrico ve oğullarına uyarı dolu bir bakış atmayı da başarmıştı. “Henry’e gelince, sanki her şey ona bağlıymış gibi görünüyor…”
“Benden şüphe mi ediyorsun sen?” diye öfkelendi bir anda Torres.
“Tanrı’m, adamım!” diye itiraz etti, Francis.
Ama Torres bir anda atılmıştı yeniden: “Çok eski ve çok şerefli dostlarım olan Solanoların konseyinden henüz doğru dürüst tanışma fırsatı bile bulamadığım bir adam tarafından menedildiğimi mi ima ediyorsun sen yoksa?”
Francis ve Leoncia’nın yüzünde bir anda yükselen öfkenin ifadesini fark eden ihtiyar Enrico, nazik bir hareketle Leoncia’ya uyarıda bulunmayı başardı ve Torres’i susturduktan sonra konuşmaya başladı.
“Solanoların sana yasakladığı hiçbir konsey yok, Senyör Torres. Sen gerçekten ailenin eski bir dostusun. Rahmetli baban ve ben yoldaştık, neredeyse kardeştik. Ama bu, -bu noktada yaşlı bir adamın yargısının kusuruna bakmayacaksın- Senyör Morgan’ın planının umutsuz olduğunu söylerken haklı olduğu gerçeğini değiştirmez. Hapishaneye saldırmak gerçekten delilik olacaktır. Duvarların kalınlığını gözünün önüne getirsene. Haftalarca yapılacak bir kuşatmaya bile dayanabilir. Yine de itiraf etmeliyim ki fikri ilk ortaya attığında neredeyse baştan çıkacak kadar etkilenmiştim. Genç bir adamken, Cordilleras’ın yükseklerinde Kızılderililerle savaşırken, bu şekilde çok önemli bir durum yaşamıştım. Gelin, hepimiz oturalım ve rahatlayayım, ben de size hikâyeyi anlatayım…”
Ancak, aklında yüzlerce tilki dolaşan Torres, beklemeyi reddetti ve sakinleşmiş bir hâlde, dostane tavırlarla hepsiyle tek tek tokalaştı, Francis’ten kısaca özür dileyip gümüş eyerli, gümüş rengi atıyla San Antonio’ya doğru yola koyuldu. Aklını meşgul eden en önemli konulardan biri, kendisiyle Thomas Regan arasında Wall Street ofisinde geçen konuşma ve aralarında yaptıkları telgraf yazışmalarıydı. Panama hükûmetinin San Antonio’daki telsiz istasyonuna gizli erişimi olduğundan, mesajlarını Vera Cruz’daki telgraf istasyonuna rahatlıkla iletebilmişti. Bu yazışmalar sadece Regan ile olan kazançlı ilişkisini kanıtlamakla kalmayacak, Leoncia ve Morganlar konusunda yapmış oldukları planları da ortaya çıkarmış olacaktı.
“Senyör Torres’in planını reddetmek ve onu öfkelendirmek için nasıl bir sebebiniz var?” diye bir açıklama istedi Leoncia, Francis’ten.
“Hiç yok.” oldu Francis’in cevabı. “Ona ihtiyacımız olmaması ve tam olarak ondan hoşlanmıyor olmamadan