Çocuk Kalbi. Edmondo De AmicisЧитать онлайн книгу.
orada değildi ve üç yahut dört çocuk, zavallı Krossi’yi, bir kolu felçli ve annesi yemişçi olan kırmızı saçlı çocuğu rahatsız ediyorlardı. Cetvellerle vuruyorlar, başına kestane kabukları atıyorlar ve onu sakat maymun diye çağırıyorlardı. Bazıları da taklidini yapıyordu. Sırasının ucunda yalnızca şaşırmış duruyor, kendisini rahat bırakmaları için bazen birisine yalvaran gözleriyle bakıyor, bazen ötekini üzüntüyle dinliyordu; fakat çocuklar gittikçe onu rahatsız ediyorlardı. O derecede ki titremeye ve hiddetinden kıpkırmızı olmaya başladı. Bu aralık pek fena çehresi olan Franti bir sıranın üzerine çıktı ve kolunda bir sepet taşıyormuş gibi yaparak annesinin, oğlunu almak için mektep kapısında beklediği zamanki taklidini yaptı. Zaten zavallı kadın hasta olduğu için birkaç günden beri gelemiyordu. Bu sözsüz oyunu görerek bütün talebe gülmeye başladı.
Krossi kendini kaybederek önündeki hokkayı yakaladı ve var kuvvetile Franti’ye fırlattı. Fakat Franti kaçmış ve hokka o aralık giren Mösyö Perboni’nin göğsünün ortasına tesadüf etmişti.
Bütün talebe korku ile kaçıştılar ve hepsine bir sihir yapılmış gibi birdenbire sustular.
Muallim sararmış bir hâlde kürsüye çıktı ve değişmiş bir seda ile sordu:
“Hokkayı kim attı?”
Kimse cevap vermedi.
Mösyö Perboni daha şiddetli bir sesle Kim? diye tekrar etti. O zaman zavallı Krossi’ye acıdığı için heyecanlı olan Garron kalktı ve metanetle “Benim!” dedi. Muallim bir ona, bir de rahat talebeye baktıktan sonra müsterih bir sesle “Siz değilsiniz!” dedi ve bir an sonra “Kabahatli cezalandırılmayacak. Kim ise kalksın!” diye ilave etti.
Krossi kalktı ve ağlayarak: “Benimle eğlendiler, bana hakaret ettiler. Kendimi kaybettim ve attım.” dedi.
“Siz oturunuz, kızdıranlar ayağa kalksın!”
Kabahatlilerden dört tanesi başları eğilmiş olarak kalktılar. Muallim dedi ki:
“Size hiçbir şey yapmayan bir arkadaşın onurunu kırdınız. Bir sakat ile eğlendiniz. Kendini müdafaa edemeyen zayıf bir çocuğa hücum ettiniz. Siz insanlığın ruhunu lekeleyen en adi, en utanılacak bir kötülüğü sergilediniz. Bu bir alçaklıktır!”
Muallim bunu söyledikten sonra aramıza indi ve Garron’a döndü. O da hocanın yaklaştığını görerek başını eğmişti.
Mösyö Perboni, onun başını kendine doğru kaldırdı ve gözlerinin içine bakmak için çenesinin altından tuttu ve “Sen asil bir kalp sahibisin.” dedi.
Garron bu fırsattan istifade ederek muallimin kulağına eğildi ve iki kelime fısıldadı. Muallim derhâl dört kabahatliye dönerek sert bir tavırla “Sizi affediyorum!” dedi.
BİRİNCİ SINIFTAKİ MUALLİMEM
Küçük sınıftaki eski muallimem vaadini tuttu ve bugün biz annemle beraber gazetelerin yardım için tavsiye ettikleri bir fakir kadına çamaşır götürmek üzere çıktığımız zaman bizi görmeğe geldi. Bir sene var ki bize gelmemişti ve bu geliş hepimizi sevindirdi. O daima aynı küçük kadındır. Kendisine yakışmayan yeşil kadife kenarlı şapkasıyla dikkatsiz giyinir. Çünkü geçen seneden beri beyazlanmaya başlayan saçlarını şöyle bir düzeltmek için ancak vakti vardır. O zamandan beri daha fazla sararmış ve daima da öksürüyor.
Annem ona “Sıhhatinize yeterli derecede dikkat etmiyorsunuz” diyordu.
O aynı zamanda neşeli ve hüzünlü tebessümüyle “Ne önemi var.” dedi. Annem ilave etti:
“Derslerinizi pek sesli söylüyorsunuz, talebenizle kendinizi pek fazla yoruyorsunuz.”
Bu doğrudur. Daima sınıfa hâkim olan sesi işitilir. Talebesi dalgın olmasın diye ara vermeksizin söyler ve bir dakika oturmaz.
Geleceğine tamamen emindim, çünkü eski talebesini hiç unutmaz, isimlerini hatırlar. Sınav zamanları kaç numara aldıklarını öğrenmek için müdürün odasına gider. Çıktıkları zaman talebesini bekler ve ilerlemelerini öğrenmek için yazmanlık ödevlerine bakar.
Uzun pantolon giyen, altın saat taşıyan, velhasıl büyük talebe olan birçok eski öğrencileri hâlâ onu görmek için liseden gelirler. Bugün bize şakirtlerini götürdüğü bir resim müzesi dönüşünde soluk soluğa gelmişti. Zira her perşembe günü talebesini bunun gibi meraka değer bir yere götürür ve orada onlara faydalı olabilecek, aydınlatacak şeyleri izah eder.
Zavallı muallime! Daha fazla zayıflamış. Fakat daima faaldir ve sınıfta söylemeğe başlarken daha ziyade canlanır.
İki sene evvel hasta olduğum zaman beni içinde gördüğü yatağı ki şimdi küçük kardeşimindir yine görmek istedi. Sonra pek işi olduğu için gitti. Kendi sınıfından, kızamık geçirmiş bir saraç çocuğuna gidiyordu, öğleden evvel bir dükkân sahibi kadına vereceği hesap dersi dahil olmadığı hâlde bugünkü işlerinin arasında düzeltilecek bir paket vazifesi de vardı.
Giderken bana “Pekâlâ Hanri” diyordu, “Hâlâ muallimeni seviyor musun? Şimdi sen güç meseleleri hâllediyor ve büyük kitabet ödevleri yazıyorsun.” Beni öptükten sonra yine merdivenin altından bağrıyordu:
“Beni unutma Hanri!”
Ah benim iyi muallimem, Asla! asla sizi unutmayacağım. Büyüdüğüm zaman da sizi yine hatırlayacağım ve küçük talebelerinizin arasında görmek için size geleceğim. Bir mektebin yanından her geçtiğim ve bir muallimenin sesini her işittiğim zaman sizin sedanızı işitmiş gibi olacağım ve sınıfınızda geçen iki seneyi hatırlayacağım. Orada ben ne kadar çok şey öğrendim. Orada ben sizi kaç defa yorgun ve acı çeker bir halde fakat daima dikkatli, daima müsaadeli; bir talebe kalemini fena tuttuğu ve bu alışkanlığından vazgeçemediği zaman üzgün, müfettiş bize sual sorduğu zaman bizim hesabımıza titreyen, başarı kazandığımız zaman mutlu olan bir anne gibi daima iyi ve sevecen olarak görmüştüm. Hayır hiçbir zaman sizi unutmayacağım benim saygı değer muallimem.
BİR TAVAN ARASINDA
Dün annem ve kız kardeşim Silviya ile tavsiye olunan kadına çamaşır götürmeye gittik. Paketi ben taşıyordum. Silviya gazetelerin gösterdiği mutsuz kadının adresiyle isminin ilk harflerini bir kâğıt parçasına yazmıştı. Pek yüksek bir binanın sonuncu katına çıktık. Bir sıra kapı bulunan koridorda sonuncuya annem vurdu. Henüz genç, sarışın, zayıf bir kadın bize kapıyı açtı. Başındaki mavi örtüsüyle bu kadını yeni gördüğümü zannediyordum.
Annem sordu:
“Gazetelerde tavsiye olunan siz misiniz?”
“Evet madam, benim.”
“Pekâlâ, size biraz çamaşır getirdik”
Zavallı kadın bize sonsuz teşekkürler etti. O aralık bu karanlık ve çıplak odanın bir köşesinde bir iskemlenin önünde diz çökmüş dikkatle yazı yazdığı zannolunan, arkası bize dönük bir çocuk gördüm. Kâğıdı iskemlenin, mürekkep hokkasını da döşeme tahtasının üzerine koymuştu. Bu karanlıkta nasıl çalışıyor, diye annem sorarken birdenbire kırmızı saçları, eski ceketiyle yemişçinin oğlu, bir kolu hareketsiz olan Krossi’yi tanıdım..
Zavallı kadın getirdiğimiz paketi tekrar katlarken bunu anneme yavaşça söylemiştim.
Annem “Sus! Sakın çağırma!” diyordu belki annesine sadaka verdiğini görerek utanır.
Fakat bu esnada Krossi döndü. Ben tutuk bir hâlde kalmıştım. Bana güldü ve annem kendisine doğru beni itti.