İnsanı Tanıma Sanatı. Alfred AdlerЧитать онлайн книгу.
gelip onları alacağına inanır. Bu en çok, çektikleri yoksunlukla tahrik edilen, derin bir aşağılık hissine sahip çocukların geçmişe takılmak zorunda kaldıkları ya da aile çevrelerinden aldıkları sevgi ve şefkatten tatmin olmadıkları durumlarda gerçekleşir. Görkemliliğe dair düşünceler sanki çoktan yetişkinmiş gibi davranan çocuğun dışarıya karşı tutumunda kendini ele verir. Bazen bu fantezinin neredeyse patolojik dışavurumlarına rastlanır. Tıpkı sırf yetişkin erkekler gibi görünmek için siperlikli şapka takan ya da yerden sigara izmariti toplayan çocuklarda olduğu gibi. Ya da daha çok erkek çocuklara uygun biçimde giyinerek ve onlar gibi davranarak erkek olmaya karar vermiş kızların durumundaki gibi.
Hiç hayal gücü olmadığı düşünülen çocuklar vardır. Bu elbette hata. Bu tip çocuklar ya kendilerini ifade etmezler ya da fantezilerin ortaya çıkmasına karşı onları mücadele etmeye zorlayan nedenler vardır. Bir çocuk hayal gücünü bastırarak belirli bir güç duygusu hissetmenin yolunu bulabilir. Gerçekliğe ayak uydurmada sorunlu bir çaba içinde bu çocuklar fantezinin yakışıksız ya da çocuksu olduğuna inanırlar ve bunun bir parçası olmayı reddederler. Üstelik bu isteksizliğin, hayal gücünün tamamen kaybolmuş gözükecek kadar ileri gittiği durumlar vardır.
IV. Rüyalar: Genel Görüşler
Daha önce tanımlanmış olan hayallere ek olarak, uyku sırasında gerçekleşen önemli ve anlamlı bir etkinlik olan rüyayı ele almamız gerekir. Genel olarak, rüyanın hayallerde süregelen benzer sürecin tekrarı olduğu söylenebilir. Deneyimli psikologlar bir insanın karakterinin rüyalarından kolaylıkla okunabileceği gerçeğine dikkat çeker. Aslında rüyalar, tarihin başlangıcından beri insanoğlunun düşüncelerini epey meşgul etmiştir. Hayal görmede olduğu gibi uykuda görülen rüyada da gelecek hayatının bir güvenlik hedefine doğru haritasını çıkaran, bu hayatı planlayan ve yönlendiren bir organizmanın aktivitesiyle uğraşırız. Aralarındaki en belirgin fark hayallerin görece kolay anlaşılır olmasına karşın uykuda görülen rüyaların ancak nadiren kavranabilmesidir. Rüyaların anlaşılır olmamaları şaşırtıcı bir şey değildir ve bizler kolayca bunun rüyaların gereksiz ve önemsiz olduğuna işaret ettiğine inanmaya meyilliyizdir. Şimdilik, zorlukların üstesinden gelme ve gelecekteki konumunu sürdürmek isteyen bir bireyin güç çabasının rüyalarında yankılandığının varsayıldığını düşünelim. Rüyalar bizlere ruhsal hayatın sorunları üzerine önemli ipuçları sunar.
V. Empati ve Özdeşleşme
İnsan ruhu yalnızca gerçeklikte olup biteni algılama yetisine değil, gelecekte ne olacağını hissetme ve tahmin etme gücüne de sahiptir. Bu durum, her gezgin organizma için gerekli önsezinin işlevi bakımından önemli bir katkıdır. Çünkü böyle bir organizma sürekli olarak çevresiyle uyum sağlama sorunuyla karşı karşıyadır. Bu yetiye özdeşim ya da empati diyoruz. Bu yeti insanlarda olağanüstü bir biçimde gelişmiştir. Kapsamı o kadar geniştir ki ruhsal hayatın her bölgesinde bulunabilir. Varlığının başlıca şartı önsezi gerekliliğidir. Şayet belirli bir durum gerçekleşeceğinde nasıl davranmamız gerektiğine dair öngörüde bulunmaya, önceden hüküm vermeye, tahmin etmeye zorlanırsak, düşünce, hissetme ve algılama arasında bağıntı kurarak henüz gerçekleşmemiş bir durum hakkında sağlam bir yargı elde edebiliriz. Bir bakış açısı kazanmak çok önemlidir çünkü böylece yeni duruma ya daha çok çaba sarf ederek yaklaşabilir ya da daha çok önlem alarak ondan kaçınabiliriz.
Empati bir insan bir başka insanla konuştuğu anda meydana gelir. Başka bir bireyi anlamak, onunla özdeşleşmek olanaksızsa mümkün değildir. Tiyatro empatinin sanatsal olarak dışavurumudur. Empatiye dair diğer bir örnekse bir başkasının tehlikede olduğunu fark ettiğimizde ortaya çıkan tuhaf tedirginlik hissidir. Bu tip empati o kadar güçlü olabilir ki kişi kendisi için herhangi bir tehlike olmamasına karşın istemsiz savunma hareketleri sergiler. Birisi bardağını düşürdüğünde başkalarının yaptığı meşhur hareketleri hepimiz biliriz. Bowling pistinde bazı oyuncuların topun hareketlerini sanki bu yaptıklarıyla topun gidiş yönünü etkilemek istermişçesine vücutlarını oynatarak topu takip ettiklerini görebiliriz. Benzer biçimde futbol maçları esnasında tribündeki tüm insan grupları tuttukları takımın atak yönüne doğru ilerler ya da rakip takım topa sahip olduğunda hep birlikte direnirler. Motorlu araçlardaki yolcuların tehlikede olduklarını hissedince her zaman istemsizce hayali frenlere bastıkları da yaygın ifadelerdir. Çok az sayıda insan cam yıkayan birini gördükleri yüksek bir binanın önünden belli başlı kasılma ya da savunma hareketleri yapmadan geçebilir. Bir konuşmacı soğukkanlılığını yitirip artık konuşmaya devam edemediğinde dinleyiciler bunalıp tedirgin olur. Tiyatroda özellikle oyuncularla özdeşleşmekten nadiren kaçınırız. Bazen de elimizde olmadan türlü rolleri kendi aramızda oynarız. Bütün hayatımız fazlaca özdeşleşme yetisine dayanır. Şayet, bir başkasıymış gibi davranma ve hissetme yetimizin kökenini arayacak olursak bunu doğuştan gelen bir sosyal hissin varlığında bulabiliriz. Doğruyu söylemek gerekirse bu, kozmik bir his ve içimizde yaşayan tüm kozmosun bağlantılı oluşunun bir yansımasıdır. İnsanoğlu olmanın kaçınılmaz bir özelliğidir. Bize kendi bedenimizde olmayan şeylerle özdeşleşme yetisini kazandırır.
Sosyal hissin çeşitli dereceleri olduğu gibi empatinin de çeşitli dereceleri vardır. Bunlar çocuklukta bile gözlemlenebilir. Kendilerini bebeklerle sanki onlar da insanmış gibi meşgul eden çocuklar vardır. Diğer yandan, başka çocuklar ise bebeklerin içinde ne olduğunu görmekle ilgilenirler. Toplumsal ilişkileri insanlardan daha az değerli ya da cansız nesnelere yansıtarak bir bireyin gelişimi tamamen durdurulabilir. Çocuklukta gördüğümüz hayvanlara karşı işkence vakaları sosyal his ve diğer canlılarla özdeşleşme yeteneğinin tamamen eksikliği olmaksızın gerçekleşemezdi. Bu kusurun sonuçları çocukları, çok küçük değerleri olan ya da hemcinsi insan varlıkları olarak gelişimleri için önemsiz olan şeylere karşı ilgi duymaya yönlendirir. Sadece kendilerini düşünürler, diğerlerinin neşe ve kederlerine karşı tüm ilgilerini yitirirler. Bunların tümü empati yetersizliğiyle yakından ilişkili olan dışavurumlardır. Bir başkasıyla özdeşleşme yetersizliği bir bireyin hemcinsleriyle işbirliği yapmayı tamamen reddetmesine kadar ileri gidebilir.
VI. Hipnoz ve Telkin
Bireysel psikoloji “Bir bireyin başkasının davranışını etkilemesi nasıl mümkün olabilir?” sorusunu bu olgunun ruhsal hayatımıza eşlik eden dışavurumlardan biri olduğunu söyleyerek yanıtlar. Bütün toplumsal hayatımız bir bireyin başkasını etkileyemediği durumda imkânsız olurdu. Bu karşılıklı etki özellikle bazı durumlarda belirginleşir. Örneğin, öğretmenle öğrencisi, ebeveynler ve çocukları ya da karı koca arasındaki ilişkilerde. Sosyal hissin etkisi altında, bireyin çevresinden belirli bir derecede etkilenme isteği bulunur. Bu etkilenmeye hevesli olma derecesi, etkinin uygulandığı kişinin haklarının etkiyi uygulayan kişi tarafından dikkate alınma derecesine bağlıdır. Birinin zarar verdiği bir birey üzerinde uzun süren bir etkiye sahip olmak mümkün değildir. Kişi başka bir bireyi en iyi şekilde, kendi haklarının güvence altına alındığı ruh halinde etkileyebilir. Bu pedagojide çok önemli bir noktadır. Muhtemelen eğitimin başka bir biçimini düşünmek, hatta sürdürmek mümkündür. Ancak bu noktayı göz önünde bulunduran bir eğitim sistemi, insandaki en ilkel içgüdüyle bağlantılı olmasından, yani insan ve kozmosa bağlılık hissinden dolayı yeterli olacaktır.
Böyle bir sistem ancak kendisini kasıtlı olarak toplumun etkisinden geri çeken bir insanla ilgilendiğinde başarısız olur. Böyle bir geri çekilme kazara gerçekleşmez. Daimî bir savaş başlamış olmalıdır. Bu savaş esnasında bireyin etrafındaki bağlantıları yavaş yavaş çözülmüştür. Öyle ki artık sosyal hisse karşı açıkça muhalif bir duruş sergiler. Davranışı üzerine her türden etki artık