Her Yol Mübah . Джек МарсЧитать онлайн книгу.
bu havaleleri yapan hesabın sahibinin kim olduğunu biliyor musun?”
“Biliyorum.”
“Tamam, Swann,” dedi Luke. “Anlıyorum. Çok akıllısın. Şimdi sadede gel.”
Swann ekranları gösterdi. “Paraları yollayan hesabın sahibi, Bryant’ın ta kendisi. O hesap soldaki ekranda. Gördüğün gibi şuan yaklaşık 209,000 dolar var hesapta. Bu hesaptan diğerine, kişisel kullanımı için biraz biraz yolluyormuş. Birkaç ay geri gidersek görürüz ki Bryant’ın bu hesabı 3 Mart’ta, başka bir Royal Heritage Bank hesabından 250,000 dolarlık bir transferle açılmış ki o hesap da sağdaki ekranda.”
Luke sağdaki hesaba doğru baktı. Hesapta kırk dört milyon dolar vardı.
“Birileri Bryant’ı ucuza kapatmış.” dedi.
“Aynen.” dedi Swann.
“Kimmiş o?”
“İşte bu adam.” Ekranda bir adamın kimlik bilgileri ve fotoğrafı göründü. Saçı beyazlamaya yüz tutmuş orta yaşlı biriydi. “Bu Ali Nassar. Elli yedi yaşında. İranlı. Tahran’da, nüfuzlu ve varlıklı bir aileden geliyor. London School of Economist’te okumuş, daha sonra Harvard Hukuk’u bitirmiş. Eve dönüp bir de oradan hukuk diploması almış, bu seferki Tahran Üniversitesi’nden. Sonuç olarak, iki ülkede de mesleğini icra edebiliyor. Kariyerinin büyük bir bölümünde uluslararası ticaret anlaşmalarında yer almış. Burada, New York’ta yaşıyor ve şuan Birleşmiş Milletlerde İranlı bir diplomat. Diplomatik dokunulmazlığı var.
Luke elini çenesine götürdü. Uzamaya başlayan sakalını hissedebiliyordu. Yorgun hissetmeye başlamıştı. “Doğru anlamamı sağla. Nassar, Ken Bryant’a ödeme yaptı, muhtemelen hastaneye erişim için, ve aynı zamanda hastane güvenliği ve bunları aşmakla ilgili bilgi almak için.”
“Muhtemelen, evet.”
“Yani, bu kişi muhtemelen New York’ta bir terör hücresi yönetiyor, tehlikeli maddelerin çalındığı ve dört kişinin öldüğü bir olayla alakası var, ve Amerikan yasalarına göre yargılanamıyor öyle mi ?”
“Tam olarak böyle görünüyor.”
“Tamam. Zaten hesabındasın, değil mi? Başka nerelere para yolluyormuş bakalım.”
“Bu biraz zamanımı alır.”
“Sorun yok. Bu sırada halletmem gereken işlerim var.”
Luke Ed Newsam’a bir bakış attı. Newsam’ın yüzü sert, bakışları düz ve boştu.
“Ne dersin, Ed? Benimle bir geziye çıkmak ister miydin? Belki Ali Nassar Bey’i bir ziyaret etmeliyiz.”
Newsam gülümsedi, daha çok somurtmaya benziyordu.
“Kulağa eğlenceli geliyor.”
10. Bölüm
Saat 06:20
Kongre Sağlık Merkezi – Washington, DC
Onu bulmak kolay değildi.
Jeremy Spencer, Rayborn House Ofis Binası’nın bodrum-altı katındaki gri renkli, kilitlenmiş çelik kapıların önünde ayakta duruyordu. Bu kapılar alt otoparkın bir köşesine gizlenmişti. Pek az kişi bu odanın varlığından haberdardı. Daha da azı nerede olduğunu biliyordu. Aptalca hissetti ama yine de kapıyı çaldı.
Kapıdan otomat sesi geldi ve açıldı. Kapıyı arkasından çekti, midesinde o belirsizliğin verdiği garip hissiyat vardı. Kongrenin spor salonu, kongre üyeleri dışında herkese kapalıydı, bunu biliyordu. Bu kural uzun süredir istisnasız bir şekilde korunuyordu ama o, davet edilmişti.
Bugün, genç yaşamının en önemli günüydü. Üç yıldır Washington’da bulunuyor ve kariyerinde ilerliyordu.
Yedi yıl önce, New York’taki karavan parkında yaşayan taşralı bir beyazdı. Ardından Binghampton’daki, New York Devlet Üniversitesi’nde tam burslu öğrenci oldu. Arkasına yaslanıp rahatlamaktansa, okul gazetesinde spiker/yorumcu ve kampusteki Cumhuriyetçilerin başkanı olmuştu. Çok zaman geçmemişti ki Breitbart ve Drudge’da yazıyordu. Bir zamanlar çok çalışması gereken biri, şimdi Newsmax’de çok iyi bir haberciydi, üstelik kongre ve yönetimin haberlerini yapıyordu.
Spor salonu havalı bir yer değildi. Birkaç koşu bandı, biraz ayna, bir platforma dizilmiş, kullanılmayan ağırlıklar vardı. Yaşlı bir adam, kulaklığını takmış, eşofman altı ve tişörtüyle koşu bandında yürüyüş yapıyordu. Jeremy, sessiz soyunma odasına girdi. Köşeyi döndü ve karşısında buluşmak için geldiği kişi duruyordu.
Bu adam ellilerin ortasında, gri saçlı ve uzundu. Açık bir dolabın önünde duruyordu, Jeremy onu profilden görmüştü. Sırtı düz, çenesi biraz öne çıkıktı. Üzerindeki tişört ve şort terden sırılsıklamdı. Omuzları, kolları, göğsü, bacakları, her şeyi kaslı ve belirgindi. İnsanlığa önderlik eden biri gibi duruyordu.
Adam William Ryan’dı, Kuzey Carolina, Milletvekilleri Meclisi Başkanıydı. Jeremy onun hakkında her şeyi biliyordu. Serveti sülalesinden geliyordu. Devrim öncesinden beri tütün üretim tesislerinin sahibilerdi. Büyük-büyük dedesi sivil savaş sonrası toparlanma döneminde ABD Senatörlüğü yapmıştı. Güney Carolina Askeri Okulu’nu birincilikle bitirmişti. Etkileyici, kibar, öyle bir kendine güven ve hak edişle tutuyordu ki elindeki gücü, partisindeki çok az kişi ona rakip olmayı düşünebilirdi.
“Başkan Bey, efendim?”
Ryan döndü, ve Jeremy’yi görür görmez yüzünü bir gülümseme kapladı. Kırmızı ve beyaz harfleri olan koyu lacivert bir tişörttü üzerindeki. GURULU AMERİKAN yazıyordu sadece. Elini uzattı. “Kusura bakma.” dedi. “Hala biraz terli.”
“Önemli değil efendim.”
“Tamam” dedi Ryan. “Bu kadar ‘efendim’ yeter. Aramızda bana Bill diyebilirsin. Eğer bunu yapamazsan unvanım ile hitap edebilirsin. Bilmeni istediğim bir şey var. Seni ben çağırdım, ve sana bir ‘özel’ veriyorum. Bu akşam bütün medyanın katıldığı bir basın toplantısında konuşacağım. O ana kadar, bütün gün boyunca, bu kriz hakkındaki düşüncelerimi, kendi imzanla yayınlayabilirsin. Nasıl bir his?”
“Çok iyi hissettiriyor,” dedi Jeremy. “Bu bir onurdu. Ama, neden ben?”
Ryan sesini alçalttı. “Sen iyi bir çocuksun. Seni bir süredir takip ediyorum. Ve sana bir tavsiyede bulunmak istiyorum. Tamamen kayıt dışı. Bugünden itibaren, sen artık saldırgan bir yazar değilsin. Sen olgun bir gazetecisin. Birazdan ağzımdan çıkacak her şeyi kelimesi kelimesine yazmanı istiyorum, ama yarından itibaren birazcık daha… incelikli olacaksın diyelim. Newsmax kendi çapında çok iyi tabii, ama bundan bir yıl sonra seni Washington Post’ta görebiliyorum. Sana orada ihtiyacımız var, ve bu gerçekleşecek. Ama önce, insanlar senin olgunlaşmış, sözde adaletli ve dengeli bir ana-akım haber muhabiri olduğuna inanmak zorunda. Bunun doğru olup olmadığı önemli değil. Her şey algılarla alakalı. Sana söylediklerimi anlıyorsun değil mi?”
“Sanırım anlıyorum.” dedi Jeremy. Kan beynine çıkmıştı, kulaklarıyla duyabiliyordu. Bu kelimeler, aynı zamanda heyecan verici ve korkutuculardı.
“Hepimizin bazı yerlerde arkadaşlara ihtiyacı var.” dedi Kongre Başkanı. “Buna ben de dahilim. Şimdi söyle bakalım.”
Jeremy telefonunu çıkardı. “ Kayda… şuan başladık. Efendim, geçtiğimiz gece New York Şehri’nde yaşanan, radyoaktif maddelerin çalındığı devasa hırsızlık olayının farkında mısınız?”
“Fazlasıyla farkındayım.” dedi Ryan. “Bütün Amerikalılar gibi, derin endişelerim