Her Yol Mübah . Джек МарсЧитать онлайн книгу.
tanımlayalım. Bir bomba patlamasa dahi, bu Amerikan toprağında gerçekleştirilmiş bir terör olayıdır. En az iki güvenlik görevlisi öldürülmüş, New York eyaleti korku içindedir. İkinci olarak, teröristlerin kim olduğuna dair henüz yeterli bilgiye sahip değiliz. Ama, biliyoruz ki dünya sahnesinde zayıf davranmak böyle olayları teşvik etmektedir. Gerçek gücümüzü göstermeli, sağ ve sol bir araya gelmeli ve kendimizi korumalıyız. Başkanı bizlere katılması için davet ediyorum.”
“Sizce Başkan ne yapmalı?”
“Asgari olarak, ülke çapında acil durum ilan etmelidir. Kolluk güçlerine geçici süper güç tanıması gerekir, en azından bu kişiler yakalanana kadar. Mahkeme emri olmadan takip, aynı zamanda bütün tren ve otobüs istasyonlarında, havalimanları, okullar, meydanlar, alış-veriş merkezleri ve diğer kalabalık merkezlerde rastgele arama ve alıkoyma, bu izne dahil olmalıdır. Acilen harekete geçmeli, Amerika çapında her yerdeki radyoaktif maddeleri güvence altına almalıdır.”
Jeremy, gözlerini Ryan’ın delici gözlerine dikmişti. Gördüğü ateş arkasını dönmesine yetecek güçteydi.
“Ve asıl mesele şu: eğer bu saldırganların İranlı olduğu veya İran’ın bu işte parmağı olduğu ortaya çıkarsa ya savaş açmalı ya da aradan çekilmeli ve bizim bunu yapmamıza izin vermelidir. Eğer bu gerçekten bir İran saldırısıysa, bu bilgi dahilinde başkan, kendimizi ve Orta Doğu’daki müttefiklerimizi korumamıza engel teşkil ediyorsa…başka seçeneğim kalmıyor. Bizzat kendim, meclis soruşturması sürecini başlatacağım.”
11. Bölüm
Saat 06:43
Park Caddesi yakınlarındaki 75. Sokak – Manhattan
Luke, ajansın ciplerinden birinin arkasında Ed Newsam ile oturuyordu. Sessiz, ağaçlı bir yolda, modern, çift kanatlı cam kapılarının arkasında beyaz eldivenli kapıcının beklediği görkemli bir gökdelenin karşısındalardı. Beyaz eldivenli kapıcı kapıyı açtı, içeriden sarışın, beyaz elbiseli, zayıf bir kadın köpeğiyle yürüyerek çıktılar. Bunun gibi binalardan nefret ederdi.
“Bu saldırı en az bir kişiyi pek endişelendirmemiş.” dedi Luke.
Ed oturduğu koltukta yayıldı. Yarı uyanık gözüküyordu. Bej kargo pantolonu ve beyaz tişörtü, yontulmuş gibi hatlarıyla, bilardo topu gibi kafası ve kısa kesilmiş sakalıyla herhangi kimsenin onu federal ajan sanması zordu. Kesinlikle bu binanın içeriye kabul edeceği insanlardan değildi.
Luke, Ali Nassar’ı düşündükçe diplomatik dokunulmazlığına gıcık oluyordu. Nassar’ın bunu büyütmeyeceğini umdu. Tartışmaya sabrı yoktu.
Luke’un telefonu çaldı. Ekranına baktı. Tuşa bastı.
“Trudy,” dedi. “Sana nasıl yardımcı olabilirim?”
“Luke, bir parça istihbarat aldık.” dedi. “Don’la birlikte hastanede bulduğunuz beden.”
“Söyle.”
“İbrahim Abdulrahman, otuz bir yaşında. Libyalı, Trablus’ta çok fakir bir ailede doğmuş. On sekiz yaşında asker olmuş. Kısa zamanda, birkaç sene çalışacağı Abu Salim hapishanesine gönderilmiş. Burada mahkumlara insan haklarına aykırı davranışları olmuş, hükümet karşıtlarına işkence etmiş ve öldürmüş. Mart 2011’de rejim çökmeye yüz tutunca ülkesinden kaçmış. Olacakları görmüş olmalı. Bir sene sonra Londra’da bir Suudi Prens’in korumalığını yapmış.”
Luke’un omuzları düştü. “Hmmm. Libyalı bir işkenceci Suudi bir Prens için çalışıyor? Bu kişi daha sonra New York’ta radyoaktif madde çalarken ölüyor? Kim bu adam, gerçekten?”
“Aşırı gruplarla hiç bağı olmamış, güçlü politik inançları varmış gibi de durmuyor. Askeriyede özel biri değilmiş, özel bir eğitim almış gibi de görünmüyor. Bana sadece bir fırsatçı gibi görünüyor, kiralık kas gücü. On ay önce Londra’da kaybolmuş.”
“Tamam, şu ismi bir daha söyle.”
“İbrahim Abdulrahman. Ve Luke? Bir şeyi daha bilmen gerekiyor.”
“Söyle.”
“Bu bilgiyi ben bulmadım. Ana odadaki büyük ekranda yazıyordu. Bu NYPD’deki Meyerson denen adam, kimlik bilgilerine sahipmiş ama bizimle paylaşmamış ve kendi araştırmalarını yürütüyorlar. Bize vermedikleri bilgiyi herkese açık bir şekilde sundular. Bizi saf dışı bırakıyorlar.”
Luke Ed’e baktı ve gözlerini devirdi. Ajanslar arası bir sidik yarışı istediği son şeydi. “Tamam, pekala…”
“Dinle, Luke. Senin için endişeleniyorum. Buradaki arkadaşlarının sayısı tükenmek üzere ve uluslararası birilerinin yardım edeceğinden şüpheliyim. Neden bu banka hesabı bilgilerini ulusal güvenliğe yollayıp bu olayla onların ilgilenmesine izin vermiyoruz. İzinsiz eriştiğimiz bilgiler için özür dileriz, fazla istekli davrandık deriz. Şimdi gidip o diplomatla konuşursan, kendini riske atarsın.”
“Trudy, geldik bile.”
“Luke—”
“Trudy, kapatıyorum.”
“Sana yardım etmeye çalışıyorum.” dedi Trudy.
Kapattıktan sonra Ed’e doğru baktı.
“Hazır mısın?”
Ed hareketsizdi, binaya bakıyordu.
“Bunu yapmak için doğdum ben.”
“Size yardımcı olabilir miyim? dedi adam, onlar kapıdan girerken.
Parlak bir avize, binanın girişindeki tavandan sarkıyordu. Sağa doğru birkaç kanepe ve tasarımcı elinden çıktığı belli olan bir çift sandalye vardı. Sol duvarda ise uzunca bir kontuarın arkasında başka bir görevli bekliyordu. Bu adamın önünde bir telefon, bir sürü bilgisayar ekranı vardı. Haberlerin açık olduğu bir televizyon setine de sahipti.
Adam yaklaşık kırk beş yaşında gözüküyordu. Gözleri kırmızımsı ve damarlıydı ama kan toplanmış gibi değildi. Saçı arkaya yatırılmıştı. Duştan yeni çıkmış gibi gözüküyordu. Luke’un tahminine göre adam o kadar uzun süredir burada çalışıyordu ki bütün gece içse bile gelip işini gözleri kapalı yapabilirdi. Muhtemelen bu binaya girip çıkmış herkesin görüntüsünü tanıyor, biliyordu. Ve muhtemelen Luke ve Ed’in buraya ait olmadığının farkındaydı.
“Ali Nassar” dedi Luke.
Adam telefonun ahizesini kaldırdı. “Nassar Bey. Teras süiti. Kim geldi diyelim?”
Ed, hiçbir şey söylemeden tezgahın üzerinden telefonun alıcısına doğru uzandı ve aletin üstündeki tuşa basmak suretiyle adamın konuşmasını kesti. Ed büyük biriydi ve aslan gibi güçlü bir adamdı ama bir ceylan gibi akışkan ve zarif hareket ederdi.
“Kimsenin geldiğini söyleyemezsin.” dedi Luke. Kapı görevlisine rozetini gösterdi. Ed de aynısını yaptı. “Federal ajan. Nassar Bey’e birkaç soru sormamız gerekiyor.”
“Korkarım şu an bu mümkün değil. Nassar Bey sabahları saat sekizden önce kimseyi kabul etmez.”
“O zaman ahizeyi neden kaldırdın.” dedi Newsam.
Luke, Ed’e baktı. Bu hızlı bir cevaptı. Ed, okullardaki münazara ekiplerinde yer almış birine benzemiyordu, ama gayet iyi bir cevaptı.
“Haberleri izledin mi?” dedi Luke. “Radyoaktif atıkların kayıp olduğundan haberdar mısın? Nassar Bey’in bu konuda bilgisi olduğuna inanıyoruz.”
Adam karşıya doğru bakakaldı.