Foma. Максим ГорькийЧитать онлайн книгу.
yiyen kadın tohum mu tutar hiç!…”
“Yediğin yumruklardan değil, abur cuburdan ötürü böyle oluyor. Eline ne geçerse tıkınıp indiriyorsun midene, çocuğa barınacak yer kalmıyor ki!”
“Ayıp ayıp! Hiç mi çocuk vermedim ben sana?..”
Serzenişli bir sesle mırıldanırdı İnyat:
“Hep kız verdin… Oysa bana bir oğul lazım! Bir oğul anlıyor musun, bir mirasçı!… Ölürken kime bırakacağım ben sermayemi? Günahlarım için kim dua edecek ardımdan? Her şeyi manastıra mı bırakacağım yani? Yeterince bağışta bulundum oraya! Sana mı bırakacağım? Kilisede dua ederken bile, eve dönünce atıştıracağın dolmaların hayalini kurarsın sen! Ve ben ölür ölmez evleneceksin biliyorum, ilk karşılaştığın ahmağın eline düşecek paralarım, bunun için mi çalışıyorum ben?..”
Ve amansız bir keder bürürdü içini. Kendi neslini sürdürecek bir erkek çocuk sahibi olmadıkça, hayatının amaçsız kalacağını hissederdi.
On yıllık evlilikleri boyunca dört kız doğurmuştu karısı, dördü de ölmüştü. Doğuşlarını içi titreyerek bekleyen İnyat, ölüşlerine üzülmemişti pek; nasıl olsa işine yaramıyorlardı, yaşamasalar da olurdu… Evliliklerinin ikinci yılından itibaren dövmüştü karısını. Başlangıçta sadece sarhoş olduğu zamanlar ve en ufak bir kötülük gütmeksizin, “Karını sev ama bir ağaç silkeler gibi silkelemeyi de unutma,” diyen atasözüne uymuş olmak için dövüyordu, ama doğumlar art arda sıralandıkça durum değişti: Umutlarında aldatılmış saymaya koyuldu kendini, bir kin uyandı içinde yavaş yavaş ve karısını erkek çocuk vermiyor diye dövmeye başladı.
Nihayet bir gün, iş dolayısıyla Şamara eyaletinde bulunduğu sırada bir telgraf aldı evinden: Karısı ölmüştü. İstavroz çıkardı hemen, iyice bir düşünüp sağdıcı Mayakin’e şu telgrafı gönderdi:
“Cenazeyi bensiz kaldırın, mülke göz kulak ol…”
Sonra kiliseye gidip ölüler ayini yaptırdı ve Akilina’nın ruhunun huzuru için dua ettikten sonra, bir an önce yeniden evlenme kararını verdi.
Kırk üç yaşındaydı o sıralarda. İri yarı, geniş omuzluydu; bir başdiyakosgibi kalın sesliydi. Siyah kirpikli iri gözlerinde cüretli ve zeki bir bakış parıldardı daima; sık siyah sakallı esmer yüzü ve kudretli vücudu, o sıhhatli kaba Rus güzelliğiyle insanı etkiler; rahat hareketlerinden ve oturaklı acelesiz yürüyüşünden, bir güven ve kuvvet duygusu taşardı. Bayılırdı kadınlar, o da onlara karşı ilgisiz değildi.
Karısının ölümü üzerinden henüz altı ay bile geçmemişti ki, öteden beri ticaret yaptığı Urallı ihtiyar bir dindar Kazak’ın kızını istedi. İnyat’ın “delifişek” şöhreti Urallara kadar yayılmış olduğu hâlde, adam verdi kızını. İsmi Natalya’ydı kızın. Uzun boylu, kusursuz vücutluydu kız; iri mavi gözleri ve koyu kahverengi örgülü saçları vardı. Yakışıklı İnyat’a layık bir eşti, sözün kısası.
İnyat gurur duyuyordu karısından ve sağlam bir erkek sevgisiyle seviyordu onu, ama çok geçmeden endişeli bakışlarla gözlemeye koyulacaktı.
Natalya’nın muntazam oval yüzünde bir gülümseyiş görmek için bazen günlerce beklemek gerekiyordu. Gizli bir düşünceyi izler gibiydi hep ve her daim soğuk ve sakin kalan masmavi gözlerinde, zaman zaman karanlık ve vahşi bir ışık parıldıyordu. Ev işlerinden boş kaldığı zamanlar, büyük odanın penceresinin önüne oturur ve hiç kımıldayıp konuşmaksızın iki üç saat öylece kaldığı olurdu. Gerçi yüzü sokağa dönük olurdu ama gözleri, pencerenin ötesinde yaşayan ve kımıldayan her şeye karşı tam bir kayıtsızlıkla doluydu. Ama aynı zamanda bu gözlerde, derinlemesine dikkatli, yoğun bir bakış sezilirdi: Kendi içinde bir yere bakıyordu sanki Natalya.
Yürüyüşü de garipti ayrıca. Evin geniş odalarında, görünmeyen bir şeyler hareket serbestîsine engel oluyormuş gibi, ağır ağır ve ihtiyatla gider gelirdi hep.
Kaba ve zevksizce gösterişli bir debdebeyle döşenmişti ev. Her şey pırıl pırıl idi: İrili ufaklı bütün eşyalar, cırlak renkleri ve göze çarpsın diye verilmiş şekilleriyle, ev sahibinin zenginliğini haykırırdı âdeta. Gelgelelim kazak kızı, bütün bu pahalı mobilyaların ve gümüş takımlarıyla dolu vitrinlerin önünden, bunlar sanki kendisini yakalayıp ezmeye hazırmışçasına, yan yan ve korkuyla geçerdi. Büyük ticaret şehrinin o gürültülü hayatı hiç mi hiç ilgilendirmiyordu onu: Araba gezintisine çıktıklarında, gözleri arabacının sırtına dikili kalır; kocası bir dostunu ziyarete götürdüğünde, gitmezlik etmez gider, ama gittiği yerde de tıpkı evde olduğu gibi sessiz ve hareketsiz otururdu daima. Eve misafir geldiğinde ise canıgönülden çırpınır hizmet eder, buna karşılık ne söylediklerine ne de özellikle içlerinden birine en ufak bir ilgi duymazdı. O kadar zeki, nüktedan ve konuşkan olan Mayakin bile binde bir gülümsetebilirse onu, kendini mutlu sayardı. Ama Natalya konusunda yine de iyimserdi.
Mayakin, “Kadın odun değildir azizim!..” derdi. “Kim ne derse desin, hayat, bir kuru odun demetini saran ateş gibi kavrar insanı; göreceksin, bu, senin muhallebi çocuğu karını da kavrayacak! Ve o zaman, bir çiçek tarhı gibi açıldığını seyredeceğiz.”
İnyat şaka yollu takılırdı karısına:
“Ee kutsal rahibe! Yine ne düşünüyorsun? Yoksa köyünü mü özledin? Neşelen biraz, neşelen!”
Hiçbir şey söylemeden, heyecansız ve endişesiz bir şekilde bakardı kocasına. İnyat devam ederdi:
“İkide bir de kiliseye koşuyorsun… Oysa biraz beklemen lazım… Günahların için dua etmeye daha çok vakit var, önce günaha gir biraz! Bilirsin ki günahsız nedamet, nedametsiz de selamet olmaz… Dayan biraz, hazır gençken sıraya diz günahları!… Şöyle bir araba sefasına çıkalım ister misin ha?”
“Hiç hevesim yok…”
Yanına otururdu karısının, kucaklayıp öpmeye başlardı. Soğuk kalırdı Natalya; kocasının okşayışlarına, hiç vermez değilse bile cimrice karşılık verirdi. İnyat, gözlerinin içine bakardı karısının, “Natalya!..” derdi. “Niye böyle üzgünsün hep? Yoksa sıkılıyor musun benimle?”
“Hayır!..” derdi sadece Natalya.
“Belki de gidip ananı babanı görmek istiyorsun öyleyse?”
“Olsa da olur, olmasa da…”
“Ne düşünüyorsun peki?”
“Düşünmüyorum ki.”
“Bir şey var ama sende, ne var?
“Hiç.”
Sadece bir keresinde, biraz daha az kısa bir cevap çekebilmişti ondan:
“Bulanık bir şeyler var yüreğimde… Gözlerimde de… Bütün bunlar, gerçek değilmiş gibi geliyor bana.”
Elini uzatmış, çevresindeki duvarları, mobilyaları göstermişti. İnyat bu sözlere aldırış etmemişti:
“Yanılıyorsun!.. Buradaki her şey kesinlikle gerçektir… Bütün bu eşyalar sağlam ve pahalı şeyler, bak… Ama sen isteyecek olursan hepsini yakar, satar, dağıtır, baştan başa yeni şeylerle donatırım burayı! İster misin?”
“Ne işime yarar ki?” demişti Natalya sakin bir sesle.
Bu kadar genç ve sağlam yapılı olan karısının, hiçbir şey istemeksizin, dünyanın dışında, uyur gibi yaşamasını aklı almıyordu bir türlü. Kendince onu avutmaya çalışıyordu:
“Bekle biraz… Bekle hele görürsün: Bir oğlan vereceksin