Gora. Rabindranath TagoreЧитать онлайн книгу.
uzun bir öykü anne.”
“İstediği kadar uzun olsun, sana söyleyecek bir sözüm var. Sen sadakatinle övünürsün ve sıkıca sarıldığın bir şeyi asla bırakmazsın. Neden Binoy ile arandaki bağ bu kadar gevşek? Abinaş partiden ayrılmak isteseydi, ondan böyle kolayca vazgeçer miydin? Binoy’u gerçek bir arkadaş olduğu için mi hiç düşünmeden hayatından çıkarıyorsun?”
Bir süre suskun kalan Gora düşünceye daldı. Anandamoyi’nin sözleri bazı şeylere berraklık kazandırmıştı. O ana kadar hep görev uğruna arkadaşlığını kurban ettiğini düşünmüştü ama şimdi bunun tam tersinin geçerli olduğunu görüyordu. Arkadaşlığın gereklerini tam olarak yerine getirmediği için onu âşık olmakla suçluyor ve acımasızca cezalandırıyordu. Aralarında böyle güçlü bir bağ varken Binoy’un onun sözünden çıkmaması gerektiğini düşünüyordu ama Binoy ona başkaldırmıştı ve Gora’yı gücendiren buydu.
Sözlerinin etkili olduğunu gören Anandamoyi başka bir şey söylemedi ve gitmek üzere ayağa kalktı. Onunla birlikte yerinden fırlayan Gora askıdan şalını aldı.
“Nereye gidiyorsun?” diye sordu Anandamoyi.
“Binoy’a.”
“Önce karnını doyursan daha iyi olmaz mı? Yemek hazır.”
“Binoy’u buraya getireceğim, yemeği birlikte yeriz.”
Anandamoyi, aşağıya inmek üzereyken merdivenden gelen ayak seslerini işitti ve durdu. “Bak, Binoy burada!” dedi. Hemen ardından Binoy göründü.
Onu görünce Anandamoyi’nin gözleri yaşardı. “Umarım yemek yememişsindir oğlum.” dedi sevgi dolu bir sesle.
“Yemedim anne.” dedi Binoy.
“O hâlde burada ye.”
Binoy, Gora’ya baktı ve Gora: “Binoy, sen çok yaşayacaksın.” dedi. “Ben de sana geliyordum!”
İki arkadaşı yalnız bırakarak oradan uzaklaşan Anandamoyi’nin üzerinden büyük bir yük kalkmıştı.
Gençlerin ikisi de kendilerinde onları bir araya getiren en önemli konuyu açma cesaretini bulamıyordu. Gora sudan bir konuyla konuşmayı başlattı: “Kulüpte oğlanlara ders veren yeni jimnastik öğretmenini tanıyor musun? Çok iyi bir öğretmen!” Akşam yemeği için aşağıya çağrılana kadar konuşmayı bu şekilde sürdürdüler.
Yemek yerlerken, Anandamoyi onların konuşmalarından aralarındaki duvarın henüz yıkılmadığını anlamıştı. Yemekten sonra: “Binoy!” dedi. “Çok geç oldu, bu gece burada kalmalısın. Ben senin evine haber gönderirim.”
Binoy, önce kafasından geçenleri anlamaya çalışırcasına Gora’ya baktı, sonra şöyle söyledi: “Bir Sanskrit özdeyişi vardır: Akşam yemeği yiyen biri, bir krala yakışır biçimde davranmalıdır. Bu gece tekrar sokağa çıkmayacağım, burada kalacağım.”
İki arkadaş terasa çıktı ve yerdeki hasırın üzerine oturdu. Gökyüzü ay ışığıyla aydınlanmıştı. Sonbaharın tembel, beyaz bulutları ağır ağır ayın önünden geçtikten sonra karanlıkta yitip gidiyordu. Yer yer ağaçların üst dallarıyla bütünleşen farklı yükseklik ve boyutlardaki çatılar, belirsiz ve anlamsız bir ışık ve gölge oyunu gibi dört bir yanda ufka kadar uzanıyordu.
Yakınlardaki bir kilisenin çanı on biri çaldı. Dondurmacıların sesi artık duyulmuyordu. Trafik gürültüsü de hafiflemişti. Çevredeki sokaklarda hiçbir yaşam belirtisi yoktu. Yalnızca bir köpek havlamasıyla ahırların ahşap kapılarını çifteleyen atların sesi geliyordu.
İkisi de uzun süre konuşmadı. Duygularının sesini dinleyen Binoy sonunda kararsızlığını yendi ve düşüncelerini açıkça söyledi: “Kalbim artık bu yükü kaldırmıyor Gora. Benim düşüncelerimin seni ilgilendirmediğini biliyorum ama bunları sana söylemediğim sürece huzur bulamayacağım. Bunun iyi mi, yoksa kötü mü olduğunu bilmiyorum ancak emin olduğum bir şey var; bu hafife alınacak bir olay değil. Bu konuda çok şey okudum ve birkaç gün öncesine kadar bilmem gereken her şeyi bildiğimi sanıyordum. Bir göl manzarasına bakarken orada yüzmenin ne kadar güzel olduğunu düşünen biri gibiydim ama şimdi suyun içindeyim ve bunun hiç kolay olmadığını görüyorum.”
Bu başlangıçtan sonra, yaşamını değiştiren olağanüstü deneyimi elinden geldiğince açık bir biçimde Gora’ya anlattı. Son günlerde gecesiyle gündüzünün birbirine karışarak onu sardığını, gökyüzünün sonsuz bir boşluk olmaktan çıktığını, ilkbaharda içi bal dolan bir arı kovanı gibi sevgiyle cisimleştiğini söyledi. Artık her şey ona daha yakın görünüyordu; her şey ona dokunuyor ve yeni bir anlam kazanıyordu. Daha önce dünyayı bu kadar çok sevdiğini bilmiyordu, gökyüzünün görkeminin, ışığın güzelliğinin ve sokaklardaki insan selinin gerçekliğinin farkında değildi. İçinden, karşısına çıkan her canlı için bir şey yapmak geliyordu, tıpkı güneş gibi, gücünü sonsuza kadar dünyanın hizmetine sunmak istiyordu.
Binoy’un konuşma tarzından, onun aklında belli birinin olduğunu anlamak çok zordu. Bir ad vermemeye özen gösteriyordu, hatta verecek bir ad olduğunu bile belli etmiyordu. Bunları söylediği için kendini suçlu hisseder gibiydi. Özgürlüğe kavuşmuştu ama aynı zamanda kendini küçük düşürmüştü. Ne olursa olsun, öyle bir gecede sessiz gökyüzünün altında arkadaşının yanında otururken içindeki duyguları bastıramazdı.
Ne güzel bir yüzü vardı! İçindeki yaşama sevinci bu duyarlı yüze nasıl yansıyordu! Ne kadar zekiydi! Yüz hatlarının ne kadar anlamlı bir derinliği vardı! Gülümsediği zaman en gizli düşünceleri bile gözlerinden nasıl okunuyordu! Gözleri kirpiklerinin gölgesinde nasıl sessizce gizleniyordu! Hele o elleri yok muydu! Düşüncelerini aktarmaya hazır iki güzel nöbetçi gibi her an hazır bekliyorlardı. Binoy bu görüntünün bütün gençliğini, hatta yaşamını mutlulukla dolduracağını hissediyordu ve kalbi, içindeki sevinç dalgasıyla birlikte göğsünden fırlayacakmış gibi atıyordu.
Bu yaşta, birçok insanın bir ömür boyunca tadamadığı bir mutluluğu yaşamaktan daha güzel ne olabilirdi? Yoksa bu bir tür delilik miydi? Yanlış bir şey mi yapıyordu? Acaba o… Artık her şey için çok geçti. Eğer akıntı onu kıyıya götürecekse, bir sorun yoktu ama onu açığa sürükleyecek ve boğacaksa, hiç kimse buna engel olamazdı. Zaten o kurtarılmak istemiyordu. Demek ki alnında bütün gelenek ve göreneklerden kopmak ve akıntıyla birlikte sürüklenmek yazılıydı.
Gora sessizce onu dinledi. Durgun, mehtaplı gecelerde birçok kez terasta oturup edebiyat, insanlar, toplumun refahı ve kendi gelecekleri gibi çeşitli konular üzerinde tartışmışlardı ama hiç böyle özel bir konudan söz etmemişlerdi. O güne kadar hiç kimse Gora’ya böyle içtenlikle açılmamıştı, hiç kimse kalbinin derinliklerinde gizlediği duyguları böyle canlı bir biçimde ifade etmemişti. Bu gibi duygusallıkları aptalca taşkınlıklar olarak görürdü ama o gece duydukları ona öylesine dokunmuştu ki, dinlemekten kendini alamıyordu. Bu duygusal patlama onu da fazlasıyla sarsmıştı, arkadaşının coşkusunun dalga dalga bütün benliğini sardığını hissediyordu. Kalbini örten sis perdesi bir an için dağıldı ve sonbaharın büyülü ay ışığı onun en karanlık köşelerini bile aydınlattı.
Ayın çatıların arkasında kaybolduğunun, yerini doğudan yükselen ve uyuyan bir bebeğin yüzündeki belli belirsiz gülümsemeye benzeyen zayıf bir ışığın aldığının farkında değillerdi. İçini boşaltan ve üzerindeki yükten kurtulan Binoy bundan utanç duymaya başlamıştı. Biraz duraksadıktan sonra sözünü sürdürdü: “Benim yaşadıklarım sana çok önemsiz gelebilir. Bu yüzden beni küçümseyebilirsin ama elimden ne gelir? Bugüne kadar senden hiçbir şey gizlemedim,